30 Ekim 2010 Cumartesi

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP)

Dünya Gıda Programı (WFP), doğal afetler, iç savaşlar veya sınır çatışmaları gibi nedenlerle ani açlığa maruz kalan halk kitlelerine insani amaçlarla gıda yardımı sağlayan ve BM bünyesinde faaliyet gösteren, bu alanda dünyadaki en büyük yardım örgütüdür.
Esasen Türkiye, kuruluşundan itibaren WFP ile ilişki içinde olmuş ve geçmişte bu Programdan çeşitli projelerimiz için yardım sağlanmıştır. Bu çerçevede, 1968 yılında Ankara’da WFP’nin bir temsilciliği açılmıştır. Uzun yıllar Türkiye’deki çeşitli projelere katkıda bulunan WFP, anılan Temsilciliği 1998 yılında kendi kararıyla kapatmıştır.
Ülkemiz başlangıçta WFP'den yardım alan bir konumda iken, zamanla bu özelliğinden çıkmış, ancak, yardım sağlayan ülke konumuna da geçememiştir. Nitekim tarım alanında giderek belirli bir gelişme düzeyine ulaşmamızı ve gıda sektöründe kendimize yeterli duruma gelmemizi müteakip, WFP ile ilişkilerimizin yoğunluğu da azalmıştır.
2003 yılı ülkemizin WFP ile ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. WFP, kuruluşun Ankara Temsilciliğinin Irak'a yönelik insani yardımın eşgüdümü için tekrar açılması talebinde bulunmuş ve WFP ile yapılan Temel Anlaşma çerçevesinde Ankara Temsilciliği Haziran 2003'te açılmıştır. WFP ile ilişkilerimiz 2005 yılında Dünyanın diğer bölgelerine yardım faaliyetlerini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. 2005 – Aralık 2007 arasında Ülkemizin WFP aracılığıyla yaptığı insani yardım miktarı 7.300.000 ABD dolarına ulaşmıştır.


Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı

Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma

Türkiye silahların kontrolü ve silahsızlanma konularına önem atfetmektedir. Bu alanlardaki uluslararası çabalara aktif biçimde katılım, ilgili uluslararası anlaşmalara taraf olma, bunların bütünüyle uygulanmasının takibi, bu bağlamnda ilgili kuruluşarımız arasında gerekli eşgüdümün sağlanması Türkiye’nin ulusal güvenlik politikasının önemli unsurlarını oluşturmaktadır. Türkiye, Avrupa Güvenlik mimarisinde son on yılda meydana gelen hızlı değişim sonucu, silahların kontrolü ve silahsızlanma çabalarına hız kazandıran, işbirliğine dayalı yeni bir güvenlik sistemi arzusunun ortaya çıkmasını memnuniyetle karşılamıştır.
Kitle İmha Silahlarının (KİS) ve bunların fırlatma vasıtalarının yayılması, 21’inci yüzyılda gözle görülür bir şekilde büyüyen bir tehdit olarak değerlendirilmektedir. Kaçakçılık ve bazı devletlerin, teröristler, aşırı uçta yer alan unsurlar veya örgütlü suç gruplarıyla işbirliği yapmaları sonucunda, söz konusu silahlara ulaşılmasının kolay hale gelmesi, bu silahların yasadışı gruplar tarafından elde edilmesi endişesini artırmaktadır. Terörizm ve KİS yayılmasının tehditkâr boyutunu gözönünde bulunduran Türkiye, yayılmanın önlenmesi ve daha güvenli ve istikrarlı bir dünya yaratılmasına yönelik hedefinin bütün ülkeler tarafından paylaşıldığını görmeyi samimiyetle arzu etmektedir. Bu çerçevede, ülkemiz, BM Güvenlik Konseyinin nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlar ile bunların fırlatma vasıtalarının yayılmasının önlenmesine ilişkin 1540 sayılı Kararını memnuniyetle karşılamıştır. Bu çerçevede BM bünyesinde oluşturulan Grubun çalışmasına katkımızı düzenli olarak yapmaktayız.
Türkiye, KİS ve bunları ulaştırma araçlarını geliştirme, tedarik etme, üretme, sahip olma, transfer veya kullanma çabası içinde bulunan devlet-dışı aktörlere hiçbir şekilde destek veya yardım sağlamamakta ve Kitle İmha Silahlarının yayılmasının önlenmesine yönelik tüm uluslararası çabaları desteklemektedir.
Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar ile bunların fırlatma vasıtalarının yayılması, Türkiye için ciddi bir endişe unsuru oluşturmaya devam etmektedir. Kitle İmha Silahlarının yayılma riskinin yüksek olduğu bölgelere yakın bir konumda bulunan Türkiye, bu alandaki gelişmeleri dikkatle izlemekte, bu endişe verici eğilimin kontrol altına alınması amacıyla yürütülen uluslararası çalışmalar içinde yer almakta ve bu bağlamda silahların kontrolü ve yayılmanın önlenmesine yönelik antlaşmalar ile ihracat kontrol rejimlerine büyük önem atfetmektedir.
Bu çerçevede, Yayılmanın önlenmesi alanındaki yükümlülüklerimizin uygulanmasına ilişkin gelişmeleri izlemek ve görüş değişiminde bulunmak amacıyla, ilgili tüm kuruluşlarımızdan temsilcilerin katılımıyla Bakanlığımızda düzenli olarak eşgüdüm toplantıları düzenlenmektedir.
Türkiye, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasına 1979 yılında, Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Anlaşmasına 2000 yılında taraf olmuştur. Kimyasal Silahlar Sözleşmesine 1997 yılından, Biyolojik Silahlar Sözleşmesine ise 1974 yılından bu yana taraf olan Türkiye, 1996 yılında, konvansiyonel silahlar ve çift kullanımlı malzeme ve teknolojinin ihracat denetimlerine ilişkin Wassenaar Düzenlemesinin kurucu üyeleri arasında yer almış, 1997 yılında Füze Teknolojisi Kontrol Rejimine katılmış, 1999’da Zangger Komitesine ve 2000 yılında benzer etkinlikleri bulunan Nükleer Tedarikçiler Grubu ile kimyasal ve biyolojik maddelerin dışsatımının kontrolü alanında faaliyet gösteren Avustralya Grubuna üye olmuştur.
Kimyasal Silahlar Sözleşmesi (KSS)’nin VII. Maddesi çerçevesinde Bakanlığımızca hazırlanan ve 14 Aralık 2006 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edilerek kanunlaşan 5564 sayılı “Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması Hakkında Kanun” 21 Aralık 2006’da yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun, KSS’nin ulusal düzeyde tam olarak uygulanmasına olanak sağlayan cezai ve idari düzenlemeleri kapsamaktadır.
Türkiye, yayılmanın önlenmesine yönelik genel yaklaşımı çerçevesinde, 2003 yılında Polonya’nın Krakov şehrinde, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush tarafından yapılan bir konuşmayla başlatılan Kitle İmha Silahlarının Yayılmasına Karşı Güvenlik İnisiyatifine (PSI) destek beyan etmiştir. Kapsamı ve amaçları, Paris Önleme İlkeleri (Paris, 4 Eylül 2003) beyanıyla ortaya konulan PSI, WMD yayılmasına karşı uluslararası toplum tarafından bugüne kadar geliştirilmiş bulunan anlaşmaları ve rejimleri de içeren, mevcut sistemin üzerinde inşa edilmiş bir girişimdir. PSI faaliyetlerini yakından takip eden Türkiye, 37 konuk ülkenin katılımıyla, 24-26 Mayıs 2006 tarihlerinde, deniz, hava ve kara unsurlarının dahil olduğu bir PSI tatbikatı icra etmiştir. Ülkemiz PSI faaliyetlerine etkin katkı sağlamaya devam etmektedir.
Terörizmle mücadelede aktif bir tutum izleyen Türkiye, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin ile ABD Başkanı Bush tarafından 15 Temmuz 2006 tarihinde St. Petersburg’da yapılan bir ortak açıklama ile ilan edilen “Nükleer Terörizmle Mücadele İçin Küresel Girişim”e de başlangıç ortağı olarak katılmış ve Girişimin ikinci toplantısına 12-13 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara’da evsahipliği yapmıştır.
Türkiye’nin taraf olduğu yayılmanın önlenmesine yönelik uluslararası antlaşmalar ve ihracat kontrol rejimleri hükümlerinin yerine getirilmesi için, ülkemizde, AB standartlarıyla uyumlu, gelişmiş bir ihracat kontrol sistemi uygulanmaktadır.
Uluslararası antlaşmalar ve ihracat kontrol rejimleri kapsamındaki hassas ve çift kullanımlı malzemenin ihracatı bahsekonu malzeme, askeri malzeme, silah ve mühimmat ise Milli Savunma Bakanlığının (MSB), Nükleer Tedarikçiler Grubu (NTG) listelerinde yeralan malzemelerde ise Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) ön izni ve Dış Ticaret Müsteşarlığının (DTM) tescil işlemi olmak üzere ayrı süreçlerden oluşan iki aşamalı bir kontrol mekanizmasına tabidir.
Askeri malzeme, silah ve mühimmatın dışsatımı bakımından ilk aşama, 3763 sayılı ve 1940 tarihli Kanunun yerine yeni kabul edilen 5201 sayılı ve 3 Temmuz 2004 tarihli “Türkiye’de Harp Silah ve Mühimmatı Yapan Hususi Sanayi Müesseselerinin Kontrolü Hakkındaki Kanun” la düzenlenmiştir. Bu Kanun uyarınca, her türlü silah ve mühimmat ihracatı, MSB’nin iznini gerektirmektedir. Milli Savunma Bakanlığı her yıl, kontrole tabi tutulacak harp araç ve gereçleri ile silah, mühimmat ve bunlara ait yedek parçalar ve patlayıcı maddelere ilişkin bir liste yayınlar. NTG çift-kullanımlı malzeme listesinde yeralan malzemenin dışsatımı konusunda TAEK tarafından yapılan lisans işlemleri ise, 15 Şubat 2000 tarih ve 23965 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Nükleer Alanda Kullanılan Malzeme, Ekipman ve İlgili Teknolojinin İhracatına İzin Verilmesine İlişkin Yönetmelik”le düzenlenmiştir.
İkinci aşamada, ihracata ve Türkiye’nin genel ihracat politikasına ilişkin her türlü izleme, kontrol, düzenleme ve uyarlama tedbirlerinin alınması görevi DTM’nin yetki alanına bırakılmıştır. DTM, bu görevlerini yerine getirirken, Türkiye genelinde 13 ihracatçı birliğinden yardım almaktadır. İhracatçıların, mal ihracatı yapabilmeleri için bir ihracatçı birliğine üye olmaları gerekmektedir. İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birliği (İMMİB) çift-kullanımlı ve hassas maddeler ile teknolojilerin ihracat başvurularında önde gelen ihracatçı birliğidir.
Çift kullanımlı ve hassas maddeler ile teknolojilerin, diğer ihracatçı birlikleri gibi genel ihracat politikasının uygulanmasından sorumlu İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birliği (İMMİB) tarafından kaydı yapılır ve İMMİB’de kaydı bulunan herhangi bir malın ihracatı sözkonusu olduğunda, bu husus gümrük beyannamesinde belirtilir. Bu uygulama, çift kullanımlı ve hassas malzemenin ihracatına yönelik, ihracatçı firma, ürün, miktar ve değer temelinde merkezi bir izleme mekanizmasına imkân sağlar. İhracata konu malın, ihracat kontrollerine tabii olup olmadığı hususu İMMİB tarafından belirlenir, sözkonusu mal denetime tabii ise, ilgili kurumların izni aranır. İhracat başvuruları, Türkiye’nin bağlı olduğu BM ambargo listeleri ve AGİT ilke, karar ve yükümlülükleri ile AB ambargo kararlarına uyumlu bir şekilde değerlendirilir. Aynı zamanda, Türkiye’nin taraf olduğu KİS yayılmasının önlenmesine yönelik antlaşmalar ve ihracat kontrol rejimleri kapsamında oluşturulan listeler de gözönünde bulundurulur.
Diğer yandan, herhangi bir yayılmanın önlenmesi antlaşması ya da ihracat kontrol rejiminin kontrol listelerinde yer almayan çift kullanımlı malzeme ve teknolojiyle ilgili “catch-all” mekanizmasına ilişkin tebliğ de yayınlanmıştır. Bu konudaki düzenleme, Türkiye’nin ihracat kontrol rejimine dercedilmiştir. Yeni düzenlemeye göre, Wassenaar Düzenlemesi Çift Kullanımlı Malzeme ve Teknoloji Listesi ile Avustralya Grubu Kimyasal Prekürsörler Listesi kapsamında yer almamakla birlikte, kitle imha silahlarının geliştirilmesinde kullanılabileceğinden şüphe duyulabilecek çift kullanımlı malzemenin ihracatı, aşağıdaki durumlar mevcutsa Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın iznine tabi tutulmaktadır:
a) Sözkonusu malzeme ve teknolojinin, kitle imha silahları geliştirdiğinden şüphe duyulan bir son kullanıcıya ihracının sözkonusu olması;
b) İhracatçı firma tarafından, ihracata konu olan malzemenin tamamının veya parçasının, kitle imha silahları geliştirilmesinde kullanılabileceğinden kuşku duyulduğu yönünde beyanda bulunulması;
c) Ulusal ve uluslararası güvenliğin tehlikeye düşebileceği ve insan haklarının ihlaline yol açabilecek durumlar.
Milli Savunma Bakanlığı da, kendi görev alanına giren hassas ihracat ile ilgili “catch all” düzenlemesini 5201 sayılı Kanun ile yapmıştır.
Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlemesine İlişkin 1540 sayılı BMGK kararı ile 1540 Komitesi kurulmuştur. Anılan Komite, ülkelerin sözkonusu BMGK kararı çerçevesinde yayılmanın önlenmesi alanında sağladıkları gelişmeleri takip etmektedir. Tüm ülkelerin Komite’ye ulusal raporlarını sunmaları gerekmektedir. Ülkemiz, anılan Komite’ye ilk ulusal raporunu 1 Kasım 2004 tarihinde sunmuştur. 1540 Komitesi, 2005 yılı içerisinde, istihdam ettiği uzmanlarla birlikte ülkelerin Komite'ye ulaştırdıkları raporları incelemeye almış ve ülkelerden ilave bilgi talep etmeye başlamıştır. Bu çerçevede, ülkemizce Ocak-2006’da güncellenen yeni ulusal raporumuz da anılan Komite’ye sunulmuştur. Son olarak, 1540 Komitesi’nın sözkonusu raporlardan yararlanarak ülkemiz için hazırladığı tablo Aralık 2007 tarihi itibariyle güncellenerek anılan Komite’ye iletilmiştir.
Türkiye, gerek bölgesel gerek küresel düzeyde WMD yayılmasının önlenmesi hedefininin tüm ülkeler tarafından benimsenmesini; bu alanda başarı elde edilmesi yolunda ortak çaba gösterilmesini arzu etmekte ve uluslararası bağlayıcılığı olan yayılmanın önlenmesi rejimlerinin temel parametrelerinin ve yasal çerçevesinin korunmasının önemine inanmaktadır. Yayılmanın önlenmesine yönelik uluslararası mekanizmalar ve rejimlerin etkin bir şekilde uygulanması, Türkiye için aynı şekilde önemlidir.
Türkiye, 25-26 Kasım 2002 tarihlerinde Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenen uluslararası konferans sonunda kabul edilen Lahey Balistik Füze Yayılmasına Karşı Davranış İlkeleri Rehberini (HCOC), bu alanda uluslararası çapta kabul görebilecek bir yasal çerçevenin ilk adımı olarak değerlendirmiş ve anılan konferans sırasında HCOC’a taraf olmuştur.
1990’lı yılların başından itibaren gittikçe artan oranda devam eden, konvansiyonel silahların yayılması sorunu da Türkiye için ciddi bir endişe unsurunu oluşturmaktadır. Küçük ve Hafif Silahların (SALW) aşırı oranda belli bölgelere yığılması ve bu silahların kontrolsüz bir şekilde yayılması, barış ve güvenliğin yanısıra, birçok ülkenin toplumsal ve ekonomik kalkınmasına yönelik olarak da önemli bir tehdit kaynağıdır. SALW’ların yasadışı ticareti ile terörizm arasında yakın bir ilişki mevcut olup, bu silahların kullanılmasından kaynaklanan ölüm oranları gün geçtikçe artmaktadır. Bu nedenlerle Türkiye, sözkonusu alandaki mücadeleyi ve SALW’ların yasadışı ticaretinin ortadan kaldırılmasına yönelik uluslararası çabaları, BM, AGİT ve diğer uluslararası forumlarda güçlü bir biçimde desteklemektedir. SALW’lara ilişkin AGİT Belgesi, bu konudaki çabalarımıza önemli bir temel oluşturmaktadır. SALW'nin yasadışı ticaretinin önlenmesi, bu sorunla mücadele edilmesi ve tamamen ortadan kaldırılması amacıyla 2001 yılında kabul edilen BM Eylem Programı ise, SALW'nin yayılması sorununun uluslararası gündeme yerleştirilmesi bakımından önemli bir belge niteliğindedir. Sözkonusu Eylem Programının mümkün olan en geniş ölçüde uygulanması ve değişen koşullara göre yeni önlemler ilave edilerek güçlendirilmesi SALW’ın yasadışı ticareti ve yayılımının oluşturduğu risk ve tehditlerle mücadelede önem arzetmektedir.
Son yıllarda, sivil havacılığa, barışı koruma ve kriz yönetimi çalışmaları ile terörle mücadele operasyonlarına yönelik bir tehdit haline dönüşen Omuzdan Atılan Hava Savunma Sistemlerinin (MANPADS) yayılması ve bunların yetkisiz kişilerce kullanılması tehlikesine karşı da, özel bir dikkat gösterilmesi gerekmektedir. Sözkonusu silahlar şu ana kadar bu konuda eğitim almış teröristlerin elinde önemli sayıda sivil kayıplara yol açmıştır. Bu nedenle, uluslararası toplum, MANPADS ithal eden ve üreten ülkelerde stok güvenliğinin geliştirilmesi ve ihracat kontrollerinin güçlendirilmesi için kararlı bir şekilde hareket etmelidir. MANPADS yayılmasıyla mücadelede daha sıkı ihracat kontrol sistemleri ve bilgi değişimi mekanizmaları kurulmasına yönelik olarak uluslararası toplum tarafından özellikle BM, AGİT ve Wassenaar Düzenlemesi çerçevesinde ortaya konan çabalar, Türkiye tarafından da desteklenmektedir.
SALW ve MANPADS yayılmasından kaynaklanan tehdidin yanında, Anti-Personel Kara Mayınlarının (APKM) sorumsuzca ve ayrım gözetmeden kullanımından kaynaklanan acıların ve kayıpların bilincinde olan Türkiye, APKM’larının kullanımının, üretiminin, stoklarda bulundurulmasının ve transferinin önlenmesi ile bunların son aşamada tamamen yok edilmesini amaçlayan uluslararası temel bir belge olan Ottava Sözleşmesi’ne Yunanistan’la birlikte taraf olmuş ve Sözleşme 1 Mart 2004 tarihinde ülkemiz bakımından yürürlüğe girmiştir. Türkiye’nin bu konudaki mevcut yasal düzenlemeleri, Sözleşme hükümlerinin yerine getirilmesi bakımından yeterli düzeydedir.
Ülkemiz, 1996 Ocak ayında APKM’lerin üretim, satış ve transferini yasaklayan üç yıllık ulusal moratoryum ilan etmiş, moratoryumun süresini 1999 yılında yenilemiş ve 2002 Mart ayında süresiz olarak uzatmıştır. 1998 Ocak ayından itibaren mayınlama faaliyetleri durdurulmuş ve temizleme çalışmalarına başlanmıştır. Mayın temizleme çalışmalarına halen devam edilmektedir. Sözleşme çerçevesinde depolarımızda bulunan mayınların 2008, arazide döşeli bulunanların ise 2014 yılına kadar imha edilmesi gerekmektedir. Depolardaki mayınların imhasına yönelik olarak kurulan “Türk Silahlı Kuvvetleri Mühimmat Ayırma ve Ayıklama Tesisi” Kasım 2007 itibarıyla faaliyete geçmiştir.
Türkiye ayrıca, silahlı çatışmalarda tarafların kullanabilecekleri savaş araçlarını ve yöntemlerini seçme haklarının sınırsız olmamasını öngören ve kısaca “Belirli Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi” olarak anılan “Aşırı Derecede Yaralayan ve Ayrım Gözetmeyen Etkileri Bulunan Belirli Konvansiyonel Silahların Kullanımının Yasaklanması veya Sınırlandırılması Sözleşmesi” ile Sözleşme’nin üç Ek Protokolüne 2 Mart 2005 tarihinde taraf olmuştur.
Başlangıcından bu yana, Türkiye’nin katılımcı devletler arasında yer aldığı Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE-AGİT), Avrupa-Atlantik ve Avrasya güvenlik mimarisinde özgün bir yere sahiptir. Bu Teşkilatın güvenlik kavramına kapsamlı yaklaşımı, katılımcı devletler arasında açıklık, şeffaflık ve işbirliğini teşvik ederek, güvenliğin arttırılmasını hedefleyen siyasi ve askeri konularla ilgili taahhüt ve mekanizmaları içermektedir.
Türkiye ikili ve bölgesel düzeydeki Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemleri (GGAÖ), diğer silahsızlanma faaliyetlerinin tamamlayıcı bir unsuru olarak görmektedir. Bu bağlamda, Viyana Belgesi AGİT bölgesinde istikrara ve güvenliğe katkıda bulunan önemli bir GGAÖ aracını oluşturmaktadır. Viyana Belgesinin bugüne kadar başarıyla uygulanabilmesindeki en önemli etken, Belgenin uluslararası gelişmelere göre uyarlanabilmesi ve yeni ihtiyaçları karşılayabilmesi olmuştur. Bu anlayış çerçevesinde, daha önce 1992 ve 1994 yıllarında yapıldığı gibi, Belgeyi geliştirmek üzere başlatılan süreç başarıyla sonuçlanmış ve Uyarlanmış Viyana Belgesi 1999 AGİT İstanbul Zirvesinde kabul edilmiştir. Türkiye, güvenlik alanında bölgesel işbirliğine atfettiği önemin bir göstergesi olarak, Balkanlardaki komşularıyla ikili GGAÖ düzenlemeleri akdetmiştir. Bu çerçevede, Arnavutluk ve Makedonya ile CSBM düzenlemelerine sahip olan ülkemiz, bölgesindeki diğer ülkelere de benzer belgeler imzalama teklifinde bulunmuştur.
Türkiye, Karadeniz'de güven ve güvenlik arttırıcı önlemler geliştirilmesine büyük önem vermektedir. “Karadeniz’de Deniz Kuvvetleri Alanında Güven ve Güvenlik Arttırıcı Önlemler” belgesi bu yönde bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Belge, deniz kuvvetleri alanında bölgesel bir güven ve güvenlik artırıcı önlemler rejiminin kurulmasını hedefleyen yoğun bir çabanın ürünüdür. Türkiye, Belgenin uygulanmasının, Karadeniz’e kıyıdaş devletler arasındaki güven ortamını pekiştireceğine ve böylece, bölgede, barış, güvenlik ve istikrara yönelik güçlü bir katkı sağlanacağına inanmaktadır. Türkiye, Belge hükümlerinin hayata geçirilmesi yolunda elinden gelen her türlü çabayı göstermektedir.
Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması (CFE-AKKA), 1990 yılında imzalanmış ve 1992 yılı Temmuz ayında yürürlüğe girmiştir. Antlaşma; muhabere tankları, zırhlı muharebe araçları, topçu sistemleri, savaş uçakları ve saldırı helikopterleri olmak üzere beş kategorideki konvansiyonel teçhizatı kapsamakta, her bir kategori için taraf ülkelere ayrı bir sınırlama getirmektedir. Soğuk Savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan yeni şartlara, AKKA’yı uyarlamak üzere 1996 yılında Viyana’da başlayıp, 1999 yılında İstanbul’da sona eren müzakerelere aktif ve yapıcı biçimde katılan Türkiye, Antlaşmayı Avrupa güvenlik mimarisinin köşetaşı olarak görmektedir.
AKKA’nın uyarlanmasına ilişkin Anlaşma, 19 Kasım 1999 tarihinde AGİT İstanbul Zirvesi sırasında imzalanmıştır. Türkiye için kanat rejiminin muhafazası ve yeni Anlaşma yapısına uyumlu hale getirilmesi, uyarlama sürecinin en önemli ve belirleyici yanını oluşturmuştur. Antlaşmanın bu önemli unsuru, Uyarlanmış AKKA’da da muhafaza edilmiştir.
Türkiye, Uyarlanmış Anlaşma’nın bir an önce yürürlüğe girmesine önem atfetmektedir. Uyarlanmış AKKA, taraf 30 devletin onay işlemlerini tamamlamalarının ardından yürürlüğe girecektir. Müteakiben, Avrupa çoğrafyasında AKKA rejimi dışında kalan ülkeler de, bu rejime katılabileceklerdir. Bununla birlikte, Türkiye, Rusya’nın Gürcistan ve Moldova üzerindeki İstanbul yükümlülüklerini bütünüyle yerine getirmeden, Uyarlanmış AKKA’ya ilişkin onay sürecinin başlatılmamasını öngören NATO ortak tutumunu desteklemektedir. Rusya Federasyonu (RF) 14 Temmuz 2007 tarihinde yaptığı beyanla, NATO’nun genişlemesi sonucunda AKKA’nın NATO üyesi taraf devletlerce uygulanması konusunda ortaya çıkan sorunlar ve 1999 yılında imzalanan AKKA Uyarlama Anlaşmasının NATO üyeleri tarafından onaylanmaması gerekçelerini ileri sürerek AKKA’ya ilişkin yükümlülüklerini anılan tarihten 150 gün sonra askıya alacağını bildirmiştir. RF askıya alma kararını 12 Aralık 2007 tarihi itibarıyla yürürlüğe koymuştur. Sorunun çözümüne yönelik çabalar sürdürülmektedir.
1992 yılında imzalanan ve taraf devletlerin birbirlerinin toprakları üzerinde herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın gözlem uçuşları yapmasına imkan sağlayan Açık Semalar Antlaşması (ASA) ile, silahların kontrolü alanındaki antlaşma ve düzenlemelerin uygulanmasına katkı sağlayacak önemli bir “doğrulama” mekanizması tesis edilmiştir. Türkiye, ASA'yı 1994 yılında onaylamıştır. 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren Antlaşma çerçevesinde gözlem uçuşları 1 Ağustos 2002 tarihi itibariyle başlamıştır. Türkiye’nin, ASA'ya taraf devletlerin topraklarında gözlem uçuşu yapmak üzere 6 Mayıs 2004 tarihinde sertifikasyonu tamamlanan CN-235 Casa tipi bir Açık Semalar Uçağı mevcuttur. Diğer yandan, Türkiye, Açık Semalar rejiminin çevresel ve ekolojik amaçlar için kullanılabilmesini desteklemektedir. 1991 yılından bu yana, Balkanlarda güven ve güvenlik artırıcı önlemlere yönelik iki taraflı rejimleri başlatan ülke konumunda olan Türkiye, Güney Doğu Avrupa’da da benzer düzenlemeler yapılmasına önem atfetmektedir. Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı çerçevesinde oluşturulan ve 2000 yılının Ekim ayında faal hale getirilen “Bölgesel Silahların Kontrolü Doğrulama ve Uygulama Yardım Merkezi (RACVIAC-Regional Arms Control Verification and Implementation Assistance Center) projesi, bu nedenle Türkiye tarafından desteklenmektedir. RACVIAC’ı, bölgesel işbirliği ve silahların kontrolü alanında, şeffaflığa dayalı yararlı bir mekanizma olarak değerlendiren Türkiye, anılan projeye başlangıcından beri personel katkısında bulunmaktadır. RACVIAC, Balkanlar’da barışı tehdit edecek bir silahlanma yarışının önlenmesi, silahsızlanma ve silahların kontrolü anlaşmaları ve güven ve güvenlik artırıcı önlemler konusunda bölge ülkeleri arasında diyalog kurulması ve görüş alışverişinde bulunulması, sözkonusu anlaşmaların ve CSBM’lerin hükümlerinin tam olarak yerine getirilebilmesi için uzman personel yetiştirilmesi gibi görevler üstlenmiş bulunmaktadır. RACVIAC’ın kuruluş anlaşması ise 8 Mart 2001 tarihinde, Almanya ile Hırvatistan arasında imzalanmıştır. Anlaşmanın saklayıcısı olan Hırvatistan, Şubat 2003'te ülkemizi anılan Anlaşmaya katılmaya davet etmiştir. Türkiye, Anlaşmaya katılımına ilişkin iç hukuki düzenlemeleri tamamlayarak Eylül 2004 tarihi itibariyle Anlaşmaya taraf olmuştur.
Türkiye 1996 yılından bu yana Silahsızlanma Konferansı (CD-Conference on Disarmament)’nın aktif bir üyesidir. Uluslararası silahsızlanma konularının görüşüldüğü çoktaraflı forum olan CD’de üye ülkelerin farklı görüşleri nedeniyle son yedi yıldır bir çalışma programı kabul edilememekte ve bir tıkanma yaşanmaktadır. Tartışılan başlıklar arasında 4 temel konu bulunmaktadır. Bunlar, nükleer silahsızlanma (nuclear disarmament), çekirdeği bölünebilir maddelerin yasaklanması antlaşması (FMCT-Fissile Material Cut-off Treaty), menfi güvenlik garantileri (Negative Security Assurances) ve uzayda silahlanma yarışının önlenmesi (Prevention of Arms Race in Outer Space –PAROS)’dir. Ülkemiz, CD toplantılarındaki tıkanmanın aşılması ve bir çalışma programı üzerinde mutabakat sağlanmasına yönelik önerileri desteklemektedir.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Birleşmiş Milletler 47. Genel Kurul toplantısı vesilesiyle, 5 Ekim 1992 tarihinde Asya’da bir güvenlik ve işbirliği süreci başlatılması önerisini ortaya atmıştır. Bilahare “Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (CICA)” adı verilen bu süreç Kazakistan’ın koordinatörlüğünde 1993 yılında başlatılmıştır. CICA’ya halihazırda ülkemizin yanısıra, Afganistan, Azerbaycan, Çin Halk Cumhuriyeti, Mısır, Hindistan, İran, Tayland, İsrail, Kazakistan, Kırgızistan, Moğolistan, Pakistan, Filistin Yönetimi, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore), ve Özbekistan üye olarak, Endonezya, Japonya, Ukrayna, ABD, Vietnam, Malezya gözlemci olarak katılmaktadır. Konferans çerçevesinde yapılan toplantılara Birleşmiş Milletler, AGİT ve Arap Ligi yetkilileri de iştirak edebilmektedir.Türkiye, uluslararası alanda silahsızlanmaya ve silahların kontrolüne verdiği önem, çatışmaların önlenmesi ve güven arttırıcı önlemler kavramlarının AGİT dışındaki bölgelerde de yaygınlaşması ve bölgesel işbirliği süreçlerinin özellikle Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerimizi daha da ileriye götüreceği anlayışından hareketle CICA sürecine başından bu yana destek vermiştir.
Faydalı Bağlantılar
a. http://www.ctbto.org
b. http://www.opcw.org
c. http://www.wassenaar.org
d. http://www.nuclearsuppliersgroup.org
e. http://www.australiagroup.net
f. http://www.mtcr.info
g. http://disarmament.un.org/
h. http://www.iaea.org
i. http://www.osce.org
j. http://www.gumruk.gov.tr/
k. http://www.foreigntrade.gov.tr/
l. http://www.taek.gov.tr/
m. http://www.immib.org.tr/
n. http://www.msb.gov.tr/

Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı 

UNESCO

Genel
UNESCO, 1945 yılında San Francisco Konferansı'nda alınan “Birleşmiş Milletlere bağlı olarak eğitim ve kültür alanında uluslararası bir ihtisas örgütü kurulması" tavsiye kararı uyarınca 16 Kasım 1945’de kurulmuştur. UNESCO'ya 193 devlet üyedir. (Bu yıl içinde Karadağ ve Singapur da üye olmuştur). UNESCO, BM ihtisas Kuruluşları arasında en çok üyeye ve en yaygın faaliyete sahip kuruluş konumundadır. Örgütün ayrıca 6 ortak üyesi mevcuttur.
UNESCO’nun misyonunu Anayasası’nın giriş bölümünde kayıtlı “savaşların insanların zihinlerinde başladığı, bu nedenle barışın korunmasının da insanların zihinlerinde oluşturulması gerektiği” ifadesiyle tanımlamak mümkündür. UNESCO bu genel misyonun yerine getirilmesine yönelik olarak üye ülkeler arasında eğitim, kültür ve iletişim aracılığıyla işbirliğini geliştirmeye matuf çalışmalar yapmaktadır.
UNESCO’nun günümüzdeki faaliyetlerini ana hatlarıyla eğitim, bilim, kültür ve iletişim alanlarında uluslararası işbirliğini güçlendirmek, bilginin paylaşımında öncü olmak, sosyal değişimlerin nedenlerini ve sonuçlarını incelemek, standart belirleyici normatif belgeler oluşturmak, uzmanlık alanına giren konularda üye ülkelere yardımcı olmak, karar alma mekanizmalarını harekete geçirecek toplantılar ve kamuoylarını yönlendirecek kampanyalar düzenlemek, araştırmalar yapmak, yayınlar hazırlamak, bilgi toplamak ve dağıtmak şeklinde sıralamak mümkündür.
Örgütün durumu ve faaliyetleri:
Kurulduğu yıllarda eğitim, bilim, kültür ve iletişim konularında uluslararası alanda başat örgüt konumunda bulunan UNESCO’nun ilerleyen dönemlerde, özellikle 1970 ve 1980’li yıllarda küresel boyuttaki görünürlüğü azalmıştır.
1999 yılındaki UNESCO Genel Konferansı’nda Genel Direktörlük için yapılan seçimlerde Batılı ülkelerin Örgüt’ün disiplin altına alınması yönündeki görüşleri hakim olmuş ve bu çerçevede Japon Koichiro Matsuura anılan göreve seçilmiştir. Bu tarihten itibaren Örgüt içinde yapılan reform çabalarının sonuçları görülmeye başlanmış ve UNESCO, görev alanını oluşturan konularda uluslararası planda yeniden adını duyuran ve kaydadeğer adımlar atabilen bir kuruluş şekline dönüşmeye başlamıştır.
Bu bağlamda, kısıtlı mali koşullar altında öncelikli alanlar belirlenmiş ve çalışmalar bu konularda yoğunlaştırılmaya başlanmıştır. Bir dizi idari reform yürürlüğe konmuştur. UNESCO’nun önümüzdeki dönemlerde kurulduğu yıllardaki saygınlık ve etkinlik seviyesine ulaşması şimdilik mümkün görülmese de teşkilatta gerçekleştirilen reform çalışmaları neticelerinin ortaya çıkması ve Örgüt’ün faaliyet alanlarının giderek üye ülkelerin çıkarlarını da etkileyebilecek konuları kapsamaya başlaması keyfiyetinin Örgüt’ün uluslararası alandaki görünürlüğünü artıracak unsurlar olduğu düşünülmektedir.
UNESCO, genel kanının aksine, bir kalkınma ve mali yardım örgütü değildir. Örgüt esas itibariyle, uluslararası alanda öncülüğünü yaptığı standart belirleyici çalışmalar ve sözleşmelerle ön plana çıkmaktadır.
Yapısı ve İşleyişi
Genel Konferans
UNESCO’nun en üst karar organıdır. İki yılda bir toplanır. Genel Kurul'a tüm üye ülkeler katılır. Her üyenin bir oy hakkı bulunmaktadır. Örgüte katkı payını ödemeyen ülkelerin oy kullanma hakları kısıtlanabilmektedir. Örgüt çerçevesinde müzakere edilen ve hazırlanan Sözleşmeler de Genel Konferans’ta benimsenmektedir. Genel Konferans’ta keza, UNESCO’nun seçimle belirlenen en önemli organı olan Yürütme Kurulu üyelerinin yarısı da belirlenmektedir. Keza, UNESCO’nun diğer alt organlarının üyelerinin bir kısmı da Genel Konferans’ta seçimle belirlenmektedir.
UNESCO 34'üncü Genel Konferansı 16 Ekim-2 Kasım 2007 tarihleri arasında Paris'te, UNESCO Merkezi'nde gerçekleştirilmiştir. 34. Genel Konferans'ın, bu yılki en önemli gündemini, UNESCO'nun 6 yıllık (2008-2013) genel hedeflerini ve siyasetini saptayacak Orta Vadeli Strateji Belgesi'nin kabulü oluşturmuştur. Orta Vadeli Strateji'de, herkesin hayat boyu kaliteli eğitim amacına ulaşılması, bilimsel bilgi ve siyasanın sürdürülebilir kalkınma için seferber edilmesi, yeni etik sorunların ele alınması, kültürel çeşitlilik ve kültürlerarası diyaloğun güçlendirilmesi, ve enformasyon ve iletişim yoluyla kapsayıcı bilgi toplumları oluşturulması genel hedefler olarak saptanmıştır. Stratejinin uygulanma döneminde Afrika ve cinsiyet eşitliğine UNESCO’nun tüm faaliyetlerinde öncelik verilecektir. 6 yıllık dönemde gençler, enaz gelişmiş ülkeler ve kalkınmakta olan küçük ada devletlerine yönelik özgül faaliyetler öngörülmektedir. Strateji "rolling" nitelikli olacak, önümüzdeki genel konferanslarda gözden geçirilecektir.
Genel Konferans'ta keza, UNESCO'nun iki yıllık (2008-2009) bütçesi kabul edilmiştir. UNESCO bütçesi, bir önceki döneme göre %3.4 nominal artışla 631 milyon Dolar olarak kabul edilmiştir. Son dönemlerde "sıfır" artış yapılan bütçenin, bu Genel Konferans'ta artırılması, UNESCO'nun iç reform çabalarına ve çalışmalarına üye ülkelerin desteğini göstermesi bakımından sembolik bir anlam taşımıştır.
Bu Genel Konferans'ın gündeminde, yakın geçmişteki genel konferansların (2001, 2003, 2005) aksine, UNESCO çerçevesinde hazırlanmış bir Sözleşme bulunmamıştır.
UNESCO 34. Genel Konferansı'na, son dönemde, Karadağ'ın katılması (1 Mart 2007) ve Singapur'un üyeliğe dönmesiyle (8 Ekim 2007) 193'e ulaşan üye ülkelerin 185'i kayıt yaptırmıştır. Bu ülkelerden katılan toplam heyet üyesi sayısı 3.463 olmuştur. 279 bakan, 10 devlet başkanı Genel Konferans'a katılmıştır. 117 Hükümetlerarası Örgüt temsilcisi, 293 STK temsilcisi de gözlemci olarak Konferans'a iştirak etmiştir. Katılan devlet başkanları arasında Yunanistan, Bulgaristan ve Makedonya Cumhurbaşkanları ve İsveç Kralı da bulunmaktadır.
Genel Konferans Başkanlığı'nı Yunanistan Daimi Temsilcisi Büyükelçi George N. Anastassopoulos, Oman Daimi temsilcisi Musa Bin Jafaar Bin Hassan'dan devralmıştır. Oydaşma ile Genel Konferans Başkanlığına seçilen Yunanistan'ın başkanlığı 2009 yılında yapılacak 35. Genel Konferans'a kadar sürecektir.
Yürütme Kurulu:
Örgütün Yönetsel organıdır. İlkbahar ve Sonbahar dönemleri olmak üzere yılda iki defa toplanır. Üye sayısı 58'dir. Üyelik süresi 4 yıldır. UNESCO üyesi ülkeler mensup sayıldıkları coğrafi gruplara göre (I.Grup Batı Avrupa, II.Grup Doğu Avrupa, III.Grup Latin Amerika ve Karayipler, IV.Grup Asya ve Pasifik, V.Grup A. Afrika ülkeleri B. Arap ülkeleri) Yürütme Kurulu'na seçilebilmektedirler. 2007 yılı ilk yarısında 176. Yürütme Kurulu yapılmıştır. 177. Yürütme Kurulu ise 34. genel Konferans’tan önce 25 Eylül-11 Ekim 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. UNESCO 34. Genel Konferansı sırasında, 58 üyeli İcra Kurulu'nun (seçimle gelinen en üst düzey yönetim organıdır) 31'i için 24 Ekim 2007’de seçimler yapılmıştır.
2005 yılından bu yana Yürütme Kurulu başkanlığı görevini yürüten ÇHC Eğitim Bakan Yardımcısı Zhang Xinsheng, 2007 yılı Kasım ayında bu görevini, Benin Daimi Temsilcisi Büyükelçi Olabiyi Babalola Joseph Yai’ye devretmiştir. Büyükelçi Yai, 35. Genel Konferans’ın bitimine kadar 2 yıl süreyle Yürütme Kurulu başkanlığını yerine getirecektir.
Genel Direktör ve Sekretarya:
İcra organı olan Sekretarya’nın başında Genel Direktör vardır. Genel Direktör Japonya uyruklu Koichiro Matsuura olup, ikinci ve görev süresi 2009’da dolacaktır. UNESCO Sekretaryası’nın 506’sı Paris’teki UNESCO Merkezi’nde, 224’ü ise Örgüt’ün bölge bürolarında görevli bulunan toplam 730 sürekli personeli bulunmaktadır. Bu sayı, yönetici pozisyonları (Genel Direktör ve Yardımcıları, Direktörler), uzman personel (Birim Şefleri, uzman ve uzman yardımcıları) ve genel hizmetler personelini kapsamakta olup, daha düşük nitelikli yardımcı hizmetlerden sorumlu personel, sözleşmeli olarak ayrıca istihdam edilmektedir.
Yeni Genel Direktör seçimleri:
1999 yılından bu yana görev yapan UNESCO Genel Direktörü Japon asıllı Koichiro Matsuura’nın görev süresi 2009 yılında dolmaktadır.
Yeni Genel Direktör’ün seçimi, 2009 yılı Ekim-Kasım aylarında, UNESCO 35. Genel Konferansı sırasında yapılacaktır.
2007 yılı Eylül ayı itibariyle, Mısır ve Fas Genel Direktörlük için aday göstermişlerdir.
Mısır’ın adayı, Kültür Bakanı Farouk Hosni, Fas’ın adayı ise, UNESCO Nezdindeki Daimi Temsilcileri Büyükelçi Aziza Benani’dir.
Türkiye’nin UNESCO faaliyetlerine katılım ve katkısı
Genel
Türkiye UNESCO’nun 20 kurucu üyesi arasında yer almaktadır. UNESCO Anayasası dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından 16 Kasım 1945 tarihinde imzalanmıştır. Kurucu yasa, 20 Mayıs 1946 tarihli ve 4895 sayılı kanunla onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye 1971 yılından bu yana UNESCO nezdinde Daimi Temsilci atamaktadır. Türkiye UNESCO’da I. Grup (Batı Avrupa) üyesidir. Türkiye'nin UNESCO ile ilişkisi 1946 yılından beri bir işbirliği süreci içinde süre gelmiştir. Türkiye UNESCO toplantılarına ve faaliyetlerine etkin biçimde katılmakta ve UNESCO tarafından ülkemizde yürütülen bazı projelere sınırlı mâli destek sağlanmaktadır. UNESCO Genel Sekreteri Matsuura’nın 2002 yılında ülkemizi ziyareti ve Türkiye’nin 2001-2005 yılları için Yürütme Kuruluna seçilmesi anılan kuruluş ile ilişkilerimizin ivme kazandırmış, Türkiye’nin örgüt içindeki yapıcı rolü, olumlu katkı ve etkisinin daha da görünür bir düzeye gelmiştir.
UNESCO’nun Felsefe çalışmalarına ülkemizin katkısı
Bu kapsamda, Türkiye tarafından önerilen UNESCO’da bir “Felsefe Stratejisi” oluşturulması yönündeki kararın 14-28 Nisan 2004 tarihlerinde yapılan 169. Yürütme Kurulu’nda oy birliği ile kabul edilmiş bulunması da ülkemizin örgüt içindeki etkinliğinin bir göstergesini oluşturmuştur. Bu girişimimizin bir uzantısı olarak, UNESCO Dünya Felsefe Günü bu yıl 22-23 Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenmiştir. Dünya Felsefe Günü etkinliklerine çeşitli yabancı ülkelerden, 40'a yakın felsefeci, uzman ve gazeteci iştirak etmiştir. Ülkemizden kayıt yaptıran felsefeci, akademisyen, uzman ve öğrencilerin sayısı 300 civarında olmuştur.
Felsefe Günü kutlamalarının açılışı, 22 Kasım günü Atatürk Kültür Merkezi'nde yapılmıştır. The Marmara Otel'de yapılan yuvarlak masa toplantıları'nda modern dünyanın sorunlarına ilişkin çeşitli felsefi konular Türk ve yabancı felsefeciler tarafından ele alınmıştır. Dünya Felsefe Günü kutlama etkinlikleri çerçevesinde, UNESCO’nun çıkardığı Mevlana madalyaları, Darphane’nin çıkardığı Mevlana paraları, PTT tarafından basılan Mevlana ve Felsefe Günü pulları da sergilenmiş ve satışa sunulmuştur.
Somut Olmayan Kültürel Miras alanında ülkemizin çalışmaları
UNESCO kapsamında ön planda yeraldığımız bir diğer alan da Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi’dir. UNESCO, somut olmayan mirasın ulusal ve uluslararası alanlarda korunması için belirli standartların oluşturulması için Somut Olmayan Mirasın Korunması Sözleşmesinin 2003 yılında düzenlenen 32. Genel Konferansta kabul etmiştir. Bu Sözleşmenin hazırlıklarında etkin olan ülkemiz, 27 Mart 2006 tarihinde Sözleşmeye taraf olmuş, bilahare Sözleşme çerçevesinde oluşturulan Hükümetlerarası Komite’ye seçilmiştir. Komite’nin 3. Olağan Toplantısının da 3-7 Kasım 2008 tarihlerinde ülkemizde (İstanbul’da) yapılması kararlaştırılmıştır
Somut olmayan mirasın korunmasına yönelik çalışmalara paralel olacak biçimde, UNESCO 28'nci Genel Konferansı'nda (1995) "İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Mirası Başyapıt ilanı" programının başlatılmasını kabul edilmiştir 2003 yılında “Meddah Hikayeleri” 2005 yılında "Mevlevi Sema Ayini" Başyapıt ilan edilmiştir.
Dünya Miras Sözleşmesi, Dünya Miras Listesi’nde kayıtlı alanlarımız
Türkiye, 16 Kasım 1972’de “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”ye (Dünya Miras Sözleşmesi) 16 Mart 1983 tarihinde taraf olmuştur. Ülkemiz bugüne kadar Dünya Miras Listesine dokuz adet varlığımızın alınmasını sağlamıştır. 18 alanımız ise Geçici Liste’de bulunmaktadır.
Sporda Dopingin Önlenmesi
UNESCO 33. Genel Konferansı Genel Kurulu’nun 19 Ekim 2005 tarihli oturumunda oydaşma ile kabul edilen ve 1 Şubat 2007 tarihinde yürürlüğe giren “Sporda Dopingin Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi“nin ülkemizce onay süreci devam etmektedir. 2007 Aralık ayı itibariyle Sözleşme 71 üye devlet tarafından onaylanmıştır.
Kültürel çeşitlilik
Ülkemiz 2005 yılındaki Genel Konferans’ta benimsenen ve 2007 yılında yürürlüğe giren ve Avrupa Topluluğu dahil 75 ülke tarafından onaylanan “UNESCO Kültürel İçeriklerin ve Sanatsal Anlatımların Korunması Sözleşmesi’ne (UNESCO Kültürel Çeşitlilik Sözleşmesi) taraf olma konusundaki değerlendirmelerini sürdürmektedir.
UNESCO’nun katıldığı yıldönümü kutlamalarımız
2005 yılında yapılan UNESCO 33. Genel Konferansı’nda UNESCO'nun 2007 yılında kutlamalarına iştirak edeceği yıldönümleri listesine Türkiye, Mısır ve Afganistan'ın talebiyle Mevlana'nın 800. doğum yıldönümü kutlamaları da dahil edilmiştir. Bu çerçevede, ülkemizce BM New York merkezinde ve Cenevre Ofisi ile dünyanın çeşitli kentlerinde, sema gösterisi, Türk tasavvuf musikisi, sergi ve konferanstan oluşan etkinlikler planlanmış ve bu etkinlikler başarıyla tamamlanmıştır. Keza, Paris’te UNESCO Merkezinde de panel, Mevlana ile ilgili gösteri ve sergi düzenlenmiştir. UNESCO Yürütüme Kurulu’nun 2006 yılında yapılan 175’inci toplantısında, Türkiye’nin de önerisiyle Mevlana’nın doğum yıldönümü vesilesiyle 2007 yılında bir hatıra madalyası çıkartılması kararı alınmış ve sözkonusu madalya 2007 Eylül ayında satışa çıkarılmıştır.
34. Genel Konferans’ta ülkemizin önerisi üzerine, Kaşgarlı Mahmud'un 1000. doğum yıldönümü (1008-1101) ve Katip Çelebi'nin 400. doğum yıldönümü (1609-1657), UNESCO'nun 2008-2009 yıllarında kutlamalarına katılacağı yıldönümleri listesine alınmıştır. Bu hususta Genel Konferans'ta kabul edilen karar ülkemizin anılan önerileri dahil, 67 kutlamayı içermektedir.
UNESCO bağlamında diğer kaydadeğer konular
UNESCO İnsan ve Biyosfer Programı (MAB) Uluslararası Eşgüdüm Konseyi Bürosunun 27-29 Haziran 2005 tarihlerinde UNESCO Merkezinde düzenlenen toplantısında Türkiye tarafından MAB Programı Biyosfer Rezervi Ağı çerçevesinde sunulan ilk adaylık dosyasını oluşturan "Camili Koruma Alanı" biyosfer rezervi ilan edilmiştir.
UNESCO 2006 Uluslararası Okuryazarlık Ödülleri, 3 Kasım 2006 tarihinde UNESCO Merkezi’nde Eğitimden Sorumlu Genel Direktör Yardımcısı Peter Smith’in başkanlığında düzenlenen törenle sahiplerini bulmuştur. Ülkemizden Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) “Kral Sejong Ödülü”ne layık bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) ve İslam Konferansı Teşkilatı-İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) arasında Süleymaniye Kitap Hastanesi Projesi Oluşturulması Hakkında Mutabakat Muhtırası 29 Kasım 2006 tarihinde Paris'te imzalanmıştır. Mutabakat Muhtırası’nın Bakanlar Kurulu’nca onaylanması için hazırlıklarımız devam etmektedir.
UNESCO organlarında ülkemizin temsili
UNESCO’nun seçimle gelinen en önemli yönetsel organı 58 üyeli Yürütme Kurulu olup, ülkemiz en son 2001-2005 yılları arasında bu organda görev yapmıştır.
Türkiye’yi bugüne kadar UNESCO Yürütme Kurulu’nda temsil eden şahsiyetlerin listesi aşağıdadır:
Reşat Nuri Güntekin 1946-1949
Ahmet Kutsi Tecer 1949-1952
Prof. Dr. Bedrettin Tuncel 1958-1966
Prof. Dr. Erdal İnönü 1978-1983
Prof. Dr. Talat Halman 1991-1995
Prof. Dr. Orhan Güvenen 2001-2005

UNESCO Sekretaryası’nda Görevli Türk Uyruklu Personel:
UNESCO Sekretaryası'nda halen sürekli kadrolu dört vatandaşımız çalışmaktadır.
1) Gülser ÇORAT
Kadın ve Cinsiyet Eşitliği Bölümü Direktörü (D1)
Stratejik Planlama Bölümü

2)Olcay ÜNVER
Dünya Su Değerlendirme Programı
Koordinatörü- WWAP (D-1)
Doğal Blimler Sektörü
3) Engin KONCAGÜL
Su Uzmanı (P-4)
Dünya Su Değerlendirme Programı - WWAP
Doğal Bilimler Sektörü
4) Zeynep VAROĞLU
Uzman (P-3)
Yüksek Öğrenim Bölümü
Reform, Yenilik ve Kalite Temini Şubesi
Eğitim Sektörü

5) Aylin TAFTALI
Uzman Yardımcısı (P-2)
Çok taraflı ve Özel Finansman Kaynakları Bölümü
Dış İlişkiler ve İşbirliği Sektörü

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu:
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, UNESCO Merkezi ile işbirliğini sağlamak amacıyla 25 Ağustos 1949 tarihli ve 3-9862 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile kurulmuştur.
Başlıca görevleri, ülkemizin eğitim, bilim, kültür ve iletişim işleriyle ilgili kurumları ile UNESCO çalışmaları arasında bağlantı sağlamak, Hükümetle UNESCO Merkezi arasında gerekli ilişkiyi sağlamak, UNESCO ile ilgili iş ve konularda Hükümete danışmanlık yapmak, ülkemizde UNESCO programlarının uygulanmasına yardımcı olmaktır.
Genel Kurul, Yönetim Kurulu ve Genel Sekreterlikten oluşan Milli Komisyonumuzun Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Arsın Aydınuraz’dır. Milli Komisyonun bütçesi Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanmaktadır.
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu
Göreme Sokak 7/9
Kavaklıdere 06680 Ankara
Tel: +90 312 426 58 94 – 427 19 48
Faks: +90 312 427 20 64
E-mail: webmaster@unesco.org.tr
Web sites: http://www.unesco.org.tr

Türkiye’nin UNESCO’da halen görev aldığı birimler:
Hükümetlerarası Oşinografi Komisyonu (IOC) Yürütme Konseyi üyeliği Görev süresi: 2007-2009
Uluslararası Hidroloji Programı Hükümetlerarası Konseyi (IHP) üyeliği Görev süresi: 2007-2011
UNESCO bütçesi ve Türkiye’nin katkı payı:
2007 yılı bütçe döneminde ülkemizin UNESCO'ya katkı payı 512.466 beşyüzoikibindörtyüzaltmışaltı) ABD Doları ve 566.788 (beşyüzaltmışaltıbinyediyüzseksensekiz) Avro olup, bu meblağ, Milli Eğitim Bakanlığı’nca ödenmiş bulunmaktadır.

Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) hükümetler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası şirket ve örgütlerle işbirliği halinde, kalkınma alanında ekonomik ve sosyal çalışmalar yapmakta, ülkelerin kendi bünyelerine uygun kalkınma modelleri oluşturmalarına katkıda bulunmaktadır. UNDP ayrıca, BM Binyıl Zirvesinde kararlaştırılan Binyıl Kalkınma Hedefleri kapsamında, iyi yönetişim, yoksulluğun azaltılması, doğal afetler, sağlık, AIDS, sıtma ve tüberküloz gibi salgın hastalıklarla mücadele, eğitim, cinsiyet eşitliği ve çevrenin sürdürülebilir kalkınması konuları üzerinde çalışmalar yapmaktadır. UNDP hâlihazırda 166 ülkede faaliyet göstermektedir.
Türkiye UNDP ilişkileri 1950’li yıllara kadar uzanmaktadır. Bu tarihten itibaren Türkiye’de, UNDP’nin teknik yardımı çerçevesinde sosyal ve ekonomik alanda birçok proje hayata geçirilmiştir. UNDP’nin Ankara Ofisi, 1965 tarihinde kurulmuştur. UNDP ülkemizde özellikle iyi yönetişim, yoksulluğun azaltılması, enerji ve çevre, kriz yönetimi, doğal afetlerle mücadele, bilişim ve iletişim konularına ağırlık vermektedir. Bu kapsamda, UNDP ile yürütülen projelerde, yoksulluk, eşitsizlik (bölgesel kalkınma, gelir dağılımı, cinsiyet eşitliği v.b.), çevre kirlenmesi konularına karşı toplumsal duyarlılığın arttırılması, iyi yönetişim, katılımcılık ve şeffaflık gibi konular ön planda tutulmaktadır. UNDP son dönemde özel sektör ile de artan işbirliği içerisine girmiş ve bu sebeple İstanbul’da da bir ofis açmıştır.

Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı

Uluslararası Ceza Divanı ve Türkiye

1. Türkiye’nin bu aşamada taraf olmadığı Uluslararası Ceza Divanı (UCD) Statüsü, 60 ülkenin onay işlemlerini tamamlamalarıyla, 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Halihazırda imzacı ülke sayısı 139, taraf ülke sayısı 105’tir.
Taraf olan ülkeler arasında Avrupa Birliği’nin (AB) henüz onay işlemlerini tamamlamamış olan Çek Cumhuriyeti dışındaki tüm üyeleri bulunmaktadır. AB, Divan Statüsüne taraf olan ülkeleri daha da artırmak amacıyla yoğun bir kampanya yürütmektedir.
Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülkeden Türkiye ve Azerbaycan dışındakilerin tümü Statü’yü imzalamışlar, bunlardan da Ermenistan, Moldova, Monako, Çek Cumhuriyeti, RF ve Ukrayna dışındakiler onaylayarak taraf olmuşlardır.
2. Diğer taraftan, 2000 yılı sonunda Başkan Clinton yönetimi döneminde UCD Statüsü’nü imzalayan ABD, Bush yönetiminin işbaşına gelmesinden sonra UCD’na cephe almış, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’ne yaptığı bir bildirimle kendisini imzası ile bağlı saymadığını açıklamış, ayrıca UCD’na henüz taraf olmayan bütün ülkelere, Statü’yü onaylamamaları çağrısında bulunmuştur.
ABD, vatandaşlarının UCD’nda yargılanmasını önlemek amacıyla, 2002 Temmuz ayından başlayarak birkaç ülke hariç bütün ülkelere, birbirlerinin vatandaşlarını UCD’na teslim etmemeyi öngören ikili anlaşmalar imzalamayı önermiş, 100’e yakın ülke ile böyle bir anlaşma imzalamıştır. ABD’nin böyle bir anlaşma önerisi bu ülke ile AB arasında görüş ayrılığına neden olmuştur.
ABD, Temmuz 2002 tarihinde ülkemize de ikili bir anlaşma teklif etmiştir. Bu konuda gerek ABD gerek AB ile yapılan görüşmelerde, Türkiye’nin, UCD’na henüz taraf olmadığı cihetle, sözkonusu kuruluşla ilgili olarak bu aşamada herhangi bir yükümlülüğünün bulunmadığı ifade edilmiştir. Son dönemde ABD’nin ülkemizden UCD ile ilgili herhangi bir talebi olmamıştır. 3. UCD’nin yargı yetkisine giren suçların mevzuatımıza dahil edilmesi yönündeki çalışmalar ilgili makamlarımızla bilistişare sürdürülmektedir. Bu bağlamda soykırım ve insanlığa karşı suçlar da UCD Statüsü’ne uygun bir şekilde yeni Türk Ceza Kanunu’na sırasıyla 76. ve 77. maddeler olarak dahil edilmiş bulunmaktadır.
UCD Statüsü’ne uyum çalışmaları bağlamında, Anayasamızın “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38. maddesinin ilgili paragrafı; “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez” şeklinde 7 Mayıs 2004 tarihinde değiştirilmiştir.
Sayın Başbakanımız, 6 Ekim 2004 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yakında UCD Statüsü’ne taraf olacağını açıklamıştır.
Bu bağlamda, Başbakanlığın 17 Aralık 2004 tarihli yazısı ile, ülkemizin UCD Roma Statüsü’ne taraf olması için gerekli işlemlerin Adalet Bakanlığı başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığı ve Bakanlığımız ile diğer ilgili kurum temsilcilerinden müteşekkil bir Komisyon tarafından başlatılması uygun bulunmuştur. Bunu müteakiben, bu konuda izlenecek yöntem ve gerekli yasal düzenlemeleri ele almak üzere, Adalet Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında 18 Ocak 2005 tarihinde yapılan toplantıda, ulusal mevzuatımızın anılan Statü’ye uygun hale getirilmesi için bir kanun tasarısı hazırlamak amacıyla 2992 sayılı kanunun 34. maddesi hükmü uyarınca Komisyon kurulması kararlaştırılmıştır. Komisyon’un son toplantısı 9 Haziran 2006 tarihinde Adalet Bakanlığı’nda yapılmıştır.
4. Birleşmiş Milletler’de UCD’na siyasi destek sağlamak ve Divanla ilgili konularda görüş ve bilgi alışverişinde bulunmak amacı ile oluşturulan “UCD Dostları” isimli gayrı-resmi gruba ülkemizin de katılması için yapılan davet, Türkiye’nin gerek UCD hazırlık çalışmalarında savunduğu ilkeler, gerek AB adaylığı doğrultusunda UCD’na taraf olma yönünde izlediğimiz politika gözönünde bulundurularak olumlu karşılanmış ve Türkiye UCD Dostları Grubu’na dahil olarak Ocak 2004’den itibaren Grubun Lahey ve New York’da gerçekleşmekte olan çalışmalarına katılmaya başlamıştır.
5. Öte yandan, UCD Başkanı Philippe Kirsch, AKP Genel Başkanı Yardımcısı Reha Denemeç’in davetlisi olarak 11-12 Aralık 2006 tarihlerinde ülkemize özel bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu çerçevede adıgeçen, dönemin Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından kabul edilmiş; ayrıca AKP Genel Başkan Yardımcıları, TBMM Adalet ve Anayasa Komisyonları Başkanları ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. Sözkonusu ziyaretin, tarafların karşılıklı görüşlerini birinci ağızdan birbirlerine aktarma fırsatı bulmaları bakımından yararlı olduğu değerlendirilmektedir.

Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı

Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY)

1) Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve ülkemiz Kültür Bakanları tarafından 12.7.1993’de Almatı'da imzalanan Anlaşma ile kurulmuştur. TÜRKSOY'un amacı Türk kökenli ve Türk Dili konuşan Türk devletleri ve halklarının birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlamak ve Türk Dili konuşan devlet ve halklarının kültür ve sanatının korunması, yeniden canlandırılması ve gelişmesi yönünde faaliyette bulunmaktadır.
TÜRKSOY’a asil üye ülkelerin dışında, Rusya Federasyonu içerisinde yer alan altı özerk cumhuriyet (Tataristan, Başkortostan, Altay, Saha (Yakut), Tıva ve Hakasya), Gagavuz Yeri (Moldova) ve KKTC gözlemci ülke olarak TÜRKSOY’un faaliyetlerine katılmaktadırlar.
2) TÜRKSOY Teşkilatı 1993’den itibaren Ankara’da yerleşik diplomatik statüde bir uluslararası kuruluş olarak faaliyet göstermektedir. TÜRKSOY'un Ankara bulunan merkezinin yerleşimi ile milli temsilcilerin ve milletlerarası personelinin statülerini belirleyen Teşkilatın Yerleşimi ve Personelinin Statüsü Hakkında Protokol 1994’de Dışişleri Bakanımız ile TÜRKSOY Genel Müdürü arasında Ankara'da imzalanmıştır.
3) TÜRKSOY Teşkilatının yönetim birimleri Daimi Konsey, Dönem Koordinatörü, TÜRKSOY Genel Müdürlüğü ve üye ülkelerin temsilcilerinden oluşmaktadır.
a) Daimi Konsey: Türk Dili konuşan ülkelerin Kültür Bakanları, Kültür İşlerinden Sorumlu Bakanları ve yetkili temsilcilerinden oluşmaktadır. Teşkilatın üst organı olan Kültür Bakanları Daimi Konseyinin toplantısı yılda bir defa üye ülkelerden birinde düzenlenmektedir. Son olarak TÜRKSOY Kültür Bakanları Daimi Konseyi 23. Dönem Toplantısı, Kültür ve Turizm Bakanlığımızın ev sahipliğinde, 18-19 Aralık 2006 tarihlerinde Ankara'da yapılmıştır. Bu vesileyle TÜRKSOY yeni hizmet binasının resmi açılışı gerçekleştirilmiştir.
b) Dönem Koordinatörü: Daimi Konsey adına TÜRKSOY’u temsil etmektedir. TÜRKSOY Dönem Koordinatörlüğü görevini Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay yürütmektedir.
c) TÜRKSOY Nezdinde Üye Ülke Temsilcisi: Ankara'da Azerbaycan'ın bu sıfatla bir temsilcisi bulunmaktadır. Bunun yanında, Ankara'da Başkortostan, Kazakistan ve Tataristan ülke uzmanları görev yapmaktadır.
4) Genel Müdür: TÜRKSOY yeni Genel Müdür seçiminin 24. Dönem Bakanlar Daimi Konseyi Toplantısında yapılması öngörülmektedir.
5) Genel Müdür Yardımcısı: Kültür ve Turizm Bakanlığımızın önerisi üzerine Daimi Konsey tarafından bir Genel Müdür Yardımcısı atanmaktadır. Genel Müdür Yardımcısı personelin çalışmalarını denetler ve eşgüdümü sağlar. Bu görevi Dr. Mustafa Balçık yürütmektedir. TÜRKSOY Bütçesinin büyük bir bölümü ülkemizce karşılanmaktadır.
6) 28-29 Kasım 2007 tarihlerinde Astana’da yapılması öngörülen TÜRKSOY Kültür Bakanları Daimi Konseyi 24. Dönem Toplantısı ileri bir tarihe ertelenmiştir.

Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
 

İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD)

İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD)

Kuruluş ve Amaçları:
İktisadi  İşbirliği  ve  Gelişme Teşkilatı, OECD, 1947- 1960  yılları  arasında  faaliyette bulunan Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı'nın (OEEC) yerine oluşturulmuş uluslararası  bir kuruluştur.  İkinci  Dünya  Savaşı sonrasında yıkıma  uğrayan  Batı  Avrupa  ekonomilerinin onarımı  amacıyla  Marshall  Planı  çerçevesinde  ABD'nin  yaptığı  yardımların   dağıtımına yardımcı olmak ve Avrupa ülkeleri arasındaki ticari ödemeleri serbestleştirerek geliştirmek için  kurulan  OEEC, zamanla fonksiyonlarını kaybetmiştir. Nitekim, 1960'lara  doğru  Batı Avrupa'nın  yeniden imarı ve ekonomik yönden güçlenmesi büyük ölçüde  tamamlanmıştır. Yeni   gelişmeler  çerçevesinde,  14  Aralık  1960'da  imzalanan  Paris  Sözleşmesi   ile   yeni işbirliği   alanlarına   yönelmesi  amaçlanan  OECD  kurularak,  30  Eylül   1961'de   resmen faaliyete  başlamıştır.  OECD'nin 20 kurucu üyesi bulunmaktadır (Türkiye,  ABD,  Kanada, Fransa, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Federal Almanya, İtalya, Portekiz,  İngiltere, Danimarka,  İrlanda,  Yunanistan,  İsviçre,  Avusturya,  İsveç, İzlanda,  Norveç  ve  Avrupa Topluluğu).    Bilahare   Japonya,   Finlandiya,   Avustralya   ve   Yeni   Zelanda,    kuruluşa katılmışlardır.  1994  yılından itibaren Teşkilata yeni üyeler iştirak etmişlerdir.  1994  yılında Meksika,  1995 yılında Çek Cumhuriyeti, 1996 yılında Macaristan, Polonya bilahare  Güney Kore  ve  son  olarak  2000 yılı içerisinde Slovakya'nın örgüte üyeliği  ile  teşkilata  üye  ülke sayısı 30'a yükselmiştir.
15 Aralık 2009 tarihinde Şili 31. üye olarak Örgüt’e davet edilmiş, üyelik anlaşması 11 Ocak 2010’da Santiyago'da imzalanmıştır. Sözkonusu anlaşmanın Şili Kongresince de onaylanması sonrasında, Şili OECD’nin 31. ve Güney Amerika bölgesinin ilk üyesi olacaktır.
Üyelik ve Organları:
OECD,   Avrupa,   Kuzey  Amerika  ve  Pasifik  bölgelerinin  insan   haklarına   dayalı çoğulcu demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi değer ve ilkelerini paylaşan en gelişmiş otuz ülkesine, ekonomik ve sosyal politikalarını mukayese etmek ve ahenkleştirerek  geliştirmek imkanını  sağlamaktadır.  Dünya  ekonomisinin yaklaşık dörtte  üçüne  hakim  olan  ülkeler arasında sürekli  bir  diyalogun yürütüldüğü yegane  forum  olan  bu  Teşkilatın  faaliyetleri, dünya   ekonomisine dolaylı olarak  yön  veren  bir  güce   sahiptir.   Deneyimli   ve   etkin Sekretaryası'nın  analitik   ve istatistik çalışmalarıyla desteklenen bu  faaliyet  zaman  içinde hem  değişen şartlara uymasını hem de şartların değişmesini etkilemeyi  bilmiştir.  Örneğin, günümüz  dünyasındaki globalleşme eğilimine paralel olarak, ekonomik ve  sosyal  konuları kendi  aralarındaki  etkileşimi  göz önünde  tutacak şekilde ele  alan  hemen  hemen  yegane teşkilat OECD'dir.
OECD'nin  günümüzde  çalışma  yaptığı  önemli  alanları  aşağıdaki  başlıklar   altında sıralamak mümkündür:
  • OECD üyesi ülkelerin ekonomik durumlarını inceleme
  • Çevre
  • Yaşlanan nüfusun ülke ekonomilerine ve toplumsal yapıya etkisi
  • Rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele
  • İyi yönetim
  • Elektronik ticaret
  • Yeni iş imkanları yaratılması
  • Düzenleyici reformlar
  • Sürdürülebilir kalkınma
  • Vergiler ile ilgili düzenlemeler
  • Ticaretin liberalleşmesi
OECD'nin    en    yüksek    karar   organı    Konseydir.    Başkanlığı    Örgütün    Genel Sekreterince   yürütülmektedir.  Konsey  toplantılarına  üye  ülkelerin  Teşkilat   nezdindeki Daimi Temsilcilerinin yanı sıra Avrupa Birliği Komisyonu Temsilcisi de katılmaktadır.
Yılda  bir  kez,  G-8  zirvesi öncesine denk  düşecek  bir  tarihte,  Bakanlar  düzeyinde toplanan Konsey, üye ülkelerin Dışişleri, Ekonomi, Maliye ve Ticaret Bakanlarını ve diğer ilgili  Bakan  ve üst düzey bürokratlarını biraraya getirmektedir. Bu toplantılar üye  ülkeleri ilgilendiren   güncel  konularda  görüş alışverişinde bulunulmasına ve gerekli  kararların  alınmasına  imkan sağlamaktadır.  Konsey, hem Teşkilatın genel, hem de OECD bünyesinde faaliyet  gösteren komitelerin bireysel yıllık çalışma programlarını onaylamaktadır.
Çeşitli    komiteler   ilgili   Bakanlar    düzeyinde    zaman    zaman    toplantılar düzenlemektedir.  Çevre,  Enerji,  Maliye,  Ticaret, Sosyal  Güvenlik,  Ulaştırma,  Tarım  ile ilgili Bakanlar OECD Forumlarında biraraya gelmektedir.
OECD  bünyesinde  iki  önemli  kuruluş  bulunmaktadır.  Uluslararası  Enerji   Ajansı (UEA) ve Nükleer Enerji Ajansı (NEA).
UEA 1974 yılında kurulmuştur. Ülkemiz kurucu üyesidir. Örgütün temel amacı  petrol piyasasında   yer   alabilecek   krizlere  karşı  hazırlıklı  olmak   ve   üye   ülkeler   arasındaki dayanışmayı    artırarak    enerji   güvenliliğini   sağlamaktır. UEA, üye   ülkelere    petrol  stoğu bulundurma zorunluluğu getiren bir kuruluştur.
NEA ise üye ülkelerin nükleer enerji üretimlerinin barışçı amaçlarla geliştirilmesi için faaliyet  göstermekte,  nükleer  alanda üye ülkelerce  verilen  kararların  uyumlaştırılmasına çalışmaktadır.
Teşkilatın  200'ü  aşkın  komite  ve  çalışma grubu  bünyesinde  düzenlenen ve yılda  yaklaşık  40.000 civarında   hükümet   temsilcisinin   katıldığı  toplantılar,   politikaların   araştırılmasının   da ötesinde  bunların uygulanması için gerekli ortamın yaratılmasına yöneliktir. Bu  çerçevede, üye  ülkelerin  gerek  genel,  gerek  belirli  ekonomik  alanlardaki  politikalarının   ortaklaşa incelenmesinin  yanı sıra,  hukuki bağlayıcılığı olan anlaşmalar giderek  OECD  kapsamında önem kazanmaktadır.
OECD ve Türkiye:
OECD'nin  yirmi kurucu üyesi arasında yer alan ülkemiz dünya  ve özellikle Batı ekonomileriyle bütünleşme  yolunda  önemli mesafe kat etmiş durumdadır.  Ülkemizin  ana  hedeflerinden  biri,  serbest   piyasa   ve rekabet     ilkeleri     doğrultusunda    sözkonusu   dışa    açılım    ve     bütünleşme     sürecini hızlandırmaktır.   Bu  yaklaşımın  ışığında,  OECD  üyeliğimizin  değeri  daha  da   artmıştır. Üyeliğimiz,  her şeyden önce, uluslararası ekonomik alanda giderek  süratlenen  gelişmeleri yakından  izleme ve Batılı ülkelerle birlikte ortak politika tespitlerinin  yapılmasına katkıda  bulunma  olanağı sağlamaktadır.
Nitekim, Türkiye    diğer    üyeler    gibi    OECD'nin    program,    politika    ve     önceliklerinin oluşturulmasına  katkıda  bulunmaktadır.  Teşkilatın "consensus" sistemiyle çalışması, her üyenin ortak çıkarların arayışında kendi çıkarlarının da  göz önünde tutulmasını sağlamasına imkan vermektedir. Bu çerçevede, ülkemiz dünyaya açıldığı ölçüde OECD'nin  çalışmalarında  ve  yönlendirilmesinde  giderek  daha  fazla  söz  sahibi   olmaya başlamış,  bu  arada,  ülkemizin  yakın  ilgi  ve  çıkarlarına  ilişkin  konularda  ön  planda  rol oynayabilmiştir.
1993 yılında kurulan OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Merkezi, piyasa ekonomisine geçiş sürecinde teknik bilgi yardımı sağlamak amacıyla üst düzey vergi memurlarına vergi eğitimi vermektedir. OECD Ankara Çok Taraflı Vergi Merkezinde bugüne kadar yaklaşık 30 değişik ülkeden 2.500 civarında üst düzey vergi memuru eğitim görmüştür.
OECD ile ilişkilerimiz çerçevesinde önemli yer tutan “Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Rüşvet Verilmesinin Önlenmesi Sözleşmesi” tarafımızdan 17.12.1997’de imzalanarak, 24.09.2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. OECD Rüşvetle Mücadele Sözleşmesi’nin amacı, Sözleşmeye taraf ülkelerin tabiiyetini taşıyan gerçek veya tüzel kişilerin, yabancı kamu görevlilerine rüşvet vermelerinin engellenmesidir. Böylece, Sözleşmeye taraf ülkelerin uluslararası ticaret yaparken, yolsuzluk ve rüşvetten kaçınmaları amaçlanmaktadır. OECD Konseyi tarafından kabul edilen bağlayıcı bir belge olan  Sözleşme doğrultusunda, OECD Rüşvetle Mücadele Çalışma Grubu tarafından yürütülen ülke incelemeleri kapsamında OECD Rüşvetle Mücadele Türkiye I. Aşama İncelemesi 2004 yılında, II. Aşama İncelemesi ise Mart 2010’da tamamlanmıştır.
"OECD Yolsuzlukla Mücadele Sayfası

III. Türkiye´nin NATO´ya Askeri Katkıları

1. Jeostratejik bakımdan Türkiye’nin eşsiz bir konumu bulunmaktadır. Balkanlarda, Orta Doğu’da ve Kafkaslarda meydana gelen gelişmelerin Türkiye’ye doğrudan yansımaları olmakta ve ortaya çıkabilecek krizlerle derhal ilgilenmesi gerekmektedir.
Çatışmalara ve çeşitli istikrarsızlıklara sahne olan ve bu çerçevede zorlukların yanısıra önemli sorumlulukları da beraberinde getiren bölgelerle çevrili olan Türkiye, güvenliğe net olarak katkıda bulunmakta, bu anlamda güvenlik tüketen değil, üreten bir ülke özelliği taşımaktadır. Ülkemiz, ayrıca NATO’nun yanısıra Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği öncülüğünde icra edilen bir çok kriz yönetimi harekatında yer alıp, halihazırda yaklaşık 3500 askeri personelimiz NATO,BM ve AB önderliğindeki harekatlara iştirak etmektedir.
Öte yandan, Soğuk Savaşın sona ermesiyle bir çok Müttefikin yararlandığı “barış paydası”ndan Türkiye, coğrafi konumu ve bu çerçevede komşu bölgelerde istikrarsızlıkların ortaya çıkması nedeniyle yararlanamamıştır. Bu bağlamda Türkiye, çağımız için elzem olan “sürdürülebilir kalkınmanın” devamı için etrafında bir barış ve istikrar kuşağı oluşturmak için aktif ve samimi çaba göstermekte, buna koşut olarak savunma harcamalarında indirime gitmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin amacı daha modern ve küçük, profesyonel, konuşlanma ve vurucu gücü yüksek bir kuvvet oluşturmaktır.
2. Türkiye’nin NATO’daki konumuna dair karşılaştırmalı istatistiki bilgilere http://www.nato.int/issues/defence_expenditures/index.html adresindeki internet sayfasından ulaşmak mümkündür.

Alıntı Adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı

II. Türkiye´nin Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri

1. Genel

NATO’nun önemli bir müttefiki olan Türkiye, İttifakı kendisinin de ayrılmaz bir parçası olduğu Transatlantik ve Avrupa-Atlantik güvenliğinin dayanağı olarak değerlendirmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde konvansiyonel tehdit büyük ölçüde azalmıştır. Diğer taraftan, terörizm, bölgesel istikrarsızlıklar, kitle imha silahları ve bunları fırlatma vasıtalarının yayılması, ayrılıkçı mikro ve etnik milliyetçilik, aşırı dinci akımlar, örgütlü suç, uyuşturucu ve insan ticareti, kitlesel göç gibi geleneksel olmayan, asimetrik güvenlik risk ve tehditleri ortaya çıkmıştır. Mevcut güvenlik ortamında, ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde meydana gelen terörist saldırılar ile daha sonra ve ülkemiz dahil olmak üzere, çeşitli yerlerde yapılan saldırılar, bu risk ve tehditlerin küresel niteliğini açıkça ortaya koymuştur. Bugün, terörizm uluslararası toplum ve İttifak’ın güvenliği için en ciddi tehditlerden birini teşkil etmektedir.

Bu çerçevede, 12 Eylül 2001 tarihinde NATO’nun kolektif savunmaya ilişkin 5. maddenin işletilmesi kararını ilk kez alması, İttifakın terörizm gibi yeni tehditler karşısında harekete geçme kararlılığının açık bir göstergesidir.

Soğuk Savaş sonrasında günün koşullarına uyum sağlama ihtiyacının bilincinde olan NATO, 1991 ve 1999 tarihli Stratejik Konseptlerde de yansıtıldığı üzere, kapsamlı bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu hem iç hem de dış adaptasyon sürecidir. Aslında NATO, gelişmiş siyasi ve askeri ortaklık yapıları kurmak, Rusya ve Ukrayna ile işbirliği ve Akdeniz Diyaloğu ile İstanbul İşbirliği Girişimini başlatmak gibi mekanizmalar oluşturmak suretiyle günümüz güvenlik ortamının gereklerini karşılama konusundaki kararlılık ve yeteneğini açıkça sergilemektedir. Diğer taraftan, NATO’nun yeni üyelikler konusunda izlediği açık kapı politikası ve BM, AGİT ve AB gibi diğer uluslararası örgütlerle olan işbirliği önem arzeden hususlar olarak ortaya çıkmaktadır.

İttifakın, daha etkin yapı ve işleyişlere yönelik iç reformu da ayrıca kayda değerdir. Yeni kuvvet ve komuta yapıları, askeri yeteneklerinin geliştirilmesine yönelik girişimleri, yeni NATO Mukabele Kuvveti bu iç dönüşüm sürecinin başlıca unsurlarıdır. Türkiye, bu çabaların güçlü bir savunucusu olmaya devam etmekte ve bu amaçla sözkonusu çabalara aktif katkıda bulunmaktadır. Türkiye, NATO Mukabele Kuvvetinin (NMK) ilk iki rotasyonunda kara unsur komutanlığı liderliğini üstlenmiş ve 20 Kasım 2003 tarihinde İzmir’de gerçekleştirilen ilk NMK tatbikatına evsahipliği yapmıştır. Türkiye, NMK’nın Ocak-Temmuz 2007 dönemindeki 8. rotasyonunda da kara unsur komutanlığını üstlenmiştir. Bunun yanında, Türkiye İstanbul’da Yüksek Hazırlık Düzeyindeki bir Kuvvet Karargahı (NRDC-T) teşkil etmiştir. Sözkonusu Karargah NATO içindeki aynı tür altı Karargahtan biridir. Ülkemiz ayrıca, NATO’nun yeni komuta yapısı çerçevesinde oluşturulan Hava Unsuru Komutanlığı Karargahına İzmir’de evsahipliği yapmaktadır.

Muhtemel krizlere etkin ve hızlı müdahale edebilmek için yeteneklerin geliştirilmesi, NATO içindeki dönüşüm çabalarının esasını oluşturmaktadır. İttifak, konuşlandırılabilir ve kullanılabilir kuvvetlere ihtiyaç duymaktadır. Savunma yeteneklerinin geliştirilmesi NATO-AB arasındaki stratejik işbirliğinin önemli bir unsurunu oluşturmaktadır.

Tehditlerin ve mevcut tehditlere karşı koymada kullanılması gereken metodların doğası değişirken, İttifakın asıl fonksiyonu olan kollektif savunma değişmeksizin devam etmektedir. Bu bağlamda, transatlantik bağın önemi ve transatlantik işbirliğinin başlıca forumu olarak NATO vazgeçilmez niteliğini sürdürmektedir. İttifak, Avrupa-Atlantik bölgesinin barış ve istikrarının korunması ve geliştirilmesindeki temel araçtır.
2. Irak Savaşı Sırasında NATO’nun Türkiye’ye Sağladığı Savunma Desteği

Türkiye’nin NATO’da Irak savaşı öncesinde izlediği tutum açıktır: Türkiye askeri seçenekten kaçınmak istemiş ve barışçıl bir çözüm yolundaki çabalara aktif olarak katılmıştır. Bununla birlikte, gelişmeler Türkiye’yi nüfusuna, topraklarına ve kuvvetlerine yönelebilecek olası bir tehdide karşı her türlü önleyici tedbiri almaya zorlamıştır.

Bu çerçevede, Türkiye 10 Şubat 2003 tarihinde, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın Müttefikler arasında istişarelerde bulunulmasını öngören 4. maddesini işletmiştir. Bunun üzerine, NATO Savunma Planlama Komitesi’nin (DPC) 16 ve 19 Şubat 2003 tarihli kararları uyarınca Türkiye’nin savunmasını desteklemek amacıyla ihtimaliyat planlaması başlatılmıştır. Bu bağlamda, bir saldırı durumunda Türkiye’yi savunmak amacıyla 2003 Şubatından Nisan ayına kadar dört erken uyarı uçağı (AWACS) ve beş PATRIOT hava savunma bataryası Türkiye’de konuşlandırılmıştır. Sözkonusu NATO kuvvetleri 65 gün süren görev sürelerinin sonunda, 3 Mayıs 2003 tarihinde ülkemizden ayrılmışlardır. NATO Türkiye’nin savunması amacıyla 1990-1991 Körfez Savaşı sırasında da benzer yetenekleri sağlamıştır. (Daha detaylı bilgi için NATO web sitesindeki www.nato.int/issues/turkey adresine bakılabilir.)

Türkiye, Irak’tan gelebilecek bir saldırıya karşı NATO tarafından yapılan savunma katkılarını memnuniyetle karşılamıştır. NATO’nun bu desteği, gerek İttifak’ın kollektif savunma konusundaki azim ve uyumunu, gerek güvenliğin bölünmezliği ilkesini bir kez daha kanıtlamıştır.

3. NATO’nun Irak Eğitim Misyonu (NTM-I)

• Irak Geçici Hükümetinin talebi üzerine İstanbul Zirvesi’nde alınan karar uyarınca, NATO tarafından Irak Güvenlik Güçlerine eğitim desteği verilmesine yönelik olarak bir “Eğitim Misyonu” kurulması 30 Temmuz 2004 tarihinde kararlaştırmıştır.

• Sözkonusu Misyonun amaçları:
     - Irak Geçici Hükümeti ve Çok Uluslu Güç ile uygun irtibat düzenlemelerinin tesisi,
     - Saptanacak Iraklı karargah görevlilerinin Irak içindeki eğitimlerine derhal başlamak dahil                 olmak üzere, milli yapıların oluşturulmasında Irak makamları ile yakın çalışma içinde bulunulması,                                          
     - Ülke dışında eğitim görecek Iraklı personelin tespiti ve
     -  NATO tarafından verilecek eğitim, danışma ve işbirliği hizmetlerinin belirlenmesi.

• Türkiye, sözkonusu misyona 2 subayla katılmakta ve ayrıca Irak Güvenlik Güçlerine ülkemizde eğitim vermek suretiyle anılan ülkenin istikrara kavuşması çabalarına katkıda bulunmaktadır. Bugüne kadar Ankara’da bulunan Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi ve Barış için Ortaklık Merkezi bünyesinde 2010 yılı itibariyle toplam 274 Iraklı subaya eğitim verilmiştir.

4. ISAF ve NATO

Aralık 2001’de düzenlenen Bonn Konferansı çerçevesinde ve 1386 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca başlatılan Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF) Harekatının liderliği, Birleşmiş Milletlerin görevlendirmesi üzerine, 11 Ağustos 2003 tarihinde, NATO tarafından üstlenilmiş, böylelikle NATO harekatın stratejik eşgüdümünü, komutasını ve kontrolünü almıştır.

ISAF harekatı ile NATO, tarihinde ilk kez Avrupa-Atlantik alanının dışında bir bölgede operasyon gerçekleştirmeye başlamıştır. ISAF harekatı, coğrafi mesafenin yanısıra, gerektirdiği insan kaynakları ve mali boyutları bakımından güç bir harekattır. Bununla birlikte, sözkonusu harekat yeni güvenlik ortamında NATO’nun etkinliğini ve güvenilirliğini göstermesi bakımından İttifakın önceliğini teşkil etmektedir.

Türkiye, ISAF’ın NATO tarafından üstlenilmesi öncesinde ISAF-II liderliğini Haziran 2002-Şubat 2003 döneminde yaklaşık 1400 mevcutlu bir birlikle yürütmüştür. Ülkemiz NATO komutası altındaki dönemde de Şubat-Ağustos 2005 tarihlerinde ISAF-VII liderliğini ve aynı anda Kabil Uluslararası Havaalanının sorumluluğunu da üstlenmiştir. ISAF-VII liderliği sırasında Afganistan’da 1430 askeri personel bulunduran Türkiye’ye ait üç helikopter de anılan görev süresince ülkede konuşlandırılmıştır.

Türkiye'nin güvenlik boyutundaki katkıları çerçevesinde ayrıca, Kâbil Merkez Bölge Komutanlığı, Fransa ve İtalya ile dönüşümlü olarak 2006 Ağustos ayından itibaren iki yıl süreyle müştereken üstlenilmiştir. Sözkonusu görev Nisan-Aralık 2007 döneminde Türkiye tarafından yürütülmüş olup, anılan dönemde harekata yaklaşık 1200 personelle katkı sağlanmıştır. Türkiye, ayrıca Mart 2008 itibariyle bir Harekat Gözetim ve İrtibat Timini Kabil'deki 201. Kolordu  nezdinde konuşlandırmıştır.

TBMM eski Başkanı ve Dışişleri Bakanı Sayın Hikmet Çetin, NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi olarak 2004-2006 yılları arasında görev yapmıştır.Türkiye’nin de taraf olduğu Güneydoğu Avrupa Savunma Bakanları süreci çerçevesinde oluşturulan Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG) Karargahı Şubat-Ağustos 2006 tarihlerinde Kabil Çokuluslu Tugayı Karargahı görevlerini üstlenmek üzere Afganistan’da konuşlandırılmıştır.

3. Kolordu Komutanlığı, Ağustos 2008-Şubat 2009 tarihleri arasında yaklaşık 150 personelden müteşekkil bir kuvvetle ABD komutasında bulunan ISAF Karargâhını takviye etmiştir.

Ülkemiz 31 Ekim 2009 tarihinden itibaren Kabil Bölge Komutanlığını bir yıl süreyle üstlenmiştir. Bu çerçevede ISAF bünyesinde halen 1795 personelimiz görev yapmaktadır.

Ülkemiz, Afgan Emanet Fonu’na 1,5 milyon Avro, Helikopter Girişimine de 2 milyon ABD Doları katkıda bulunulmuştur.

ABD Başkanı Obama tarafından yapılan ilave kuvvet ve eğitim alanındaki katkı talebi üzerine ülkemizce eğitim alanında yapılan katkılar büyük ölçüde artırılmıştır. Nitekim NATO’nun Afganistan’daki eğitim misyonuna (NTM-A) katkımız 180 personele ulaşmıştır.

Afgan güvenlik kuvvetlerinin eğitimine katkılarımız:
- Dağ ve Komando okulunda icra edilen mevcut eğitime devam edilmesi (450 personel/6 piyade bölüğü);
- Buna ilave olarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığınca Afganistan’dan taburlar halinde getirilecek Afgan birliklerinin 6-8 haftalık eğitim verilmesi (böylece bir yılda bir Tugay kadar birliğin eğitilmiş olması-3000-4000 personel);
- Sınıf Okullarında (Afgan Ordusu hangi sınıflarda ihtiyaç duyuyorsa) Afgan subay ve astsubayları için ilave kapasite tahsis edilerek eğitim verilmesi;
- İlave bir OMLT (16 kişilik) tahsis edilmesi (harekat alanına intikal etmiştir.);
- Avrupa Jandarma Kuvvetinin misyonu çerçevesinde Jandarma Genel Komutanlığınca ilave OMLT katkısında bulunulması;
- Afgan Ulusal Polisine verilen eğitim desteğinin artırılması, bu bağlamda Içişleri Bakanlığımızın 2010 yılı için Afgan polisinin öncelik ve ihtiyaçlarına yönelik ilave eğitim olanakları sunması;
- Vardak’taki başarılı uygulamamız ışığında Cevizcan’da kurulacak ikinci PRT’miz çerçevesinde polis eğitim timlerinin görevlendirilmesi;
Ayrıca Kabil Bölge Komutanlığında bulunan Invicta’da bir seferde tabur düzeyinde (600 personel) eğitim verecek bir merkez 2010 Şubat ayı başı itibariyle kurulmuştur. Merkezdeki eğitimden ülkemiz sorumludur. Bu amaçla 27 kişilik bir eğitmen ekibimiz görevlendirilmiştir. Bu ekibin 34 kişilik Afgan eğitmen kadrosunu da eş zamanlı olarak eğitime tabi kılması planlanmaktadır.
Öte yandan, Türkiye, Afganistan’ın güvenliği ve istikrarına destek olmak amacıyla Kabil yakınlarındaki Vardak ilinde bir Bölgesel İmar Ekibi (PRT) kurmayı kararlaştırmıştır. Sözkonusu PRT 9 Kasım 2006 tarihinde faaliyete geçmiştir. Bölgesel İmar Ekibimiz, kurulduğu tarihten bu yana, Afganistan’ın yeniden imarı ve kalkınmasına yönelik olarak bilhassa eğitim, sağlık, tarım ve Afgan polis güçlerinin eğitimi alanlarında önemli çalışmalar yapmaktadır.

Vardak PRT’imizin başarısı ışığında, ülkemiz Kuzey Afganistan’da, Cevizcan ve Sarıpul vilayetlerinden sorumlu şekilde görev yapacak olan ikinci bir PRT kurmayı kararlaştırmıştır. Cevizcan PRT’imizin 20 Temmuz 2010 tarihinde gerçekleştirilecek Kabil Konferansında resmen hizmete girmesi öngörülmektedir.

5. NATO Hava Polisliği

İttifaka katılan yeni Müttefiklerden hava sahalarının korunmasında desteğe ihtiyaç duyan Baltık ülkeleri ile Slovenya’ya Hava Polisliği (Air Policing) alanında geçici olarak yardım sağlanması kararı alınmıştır. Sözkonusu karar çerçevesinde, Türkiye de 1 Nisan – 31 Temmuz 2006 tarihlerindeki 9. dönemde Baltık ülkelerinin hava sahalarında 4 ay süreyle bu görevi üstlenmiştir. Bu kapsamda, Litvanya'daki Siauliai havaalanına dört adet hızlı reaksiyon uçağı (F-16) ve yeterli sayıda personel konuşlandırılmıştır.

Müttefiklerarası dayanışmanın bir tezahürü de olan Hava Polisliği desteğinin, esasen bugüne kadar gerçekleştirilen tüm NATO görevlerinde başarıyla yer alan Türk Silahlı Kuvvetlerinin üstlendiği ve Estonya, Letonya ve Litvanya ile ilişkilerimizin daha da gelişmesine katkıda bulunacak bir İttifak görevi niteliğini taşımaktadır.

6. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)/Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP)

Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni risk ve tehditlerinin şekillendirdiği kırılgan güvenlik ortamında Avrupa’da barış ve istikrarın korunması büyük önem arzetmektedir. Türkiye, Soğuk Savaş yıllarında Avrupa’daki barış ve istikrarın korunmasına katkıda bulunan Avrupalı bir müttefik olarak, İttifak içindeki Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğini de (AGSK) güçlendireceği anlayışıyla AB içinde geliştirilen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) gelişimini desteklemiştir.

AB’ne üyelik süreci doğrultusunda Türkiye AGSP’nin gelişimini tutarlı ve bütüncül bir yaklaşımla desteklemeye devam etmektedir. Türkiye’nin AGSP’nin gelişmesine katkıları ülkemizin Batı Avrupa Birliği’ndeki kazanılmış hakları ve statüsü zemininde yapılmıştır. Bu çabalar Aralık 2001 tarihinde Ankara Belgesi’nin imzalanmasıyla meyvelerini vermiştir. Türkiye, İngiltere ve ABD tarafından müzakere edilen sözkonusu belge AB üyesi olmayan Avrupalı müttefiklerin AGSP’ne katılımını düzenlenmekteydi. Ankara Belgesi, 24-25 Ekim 2002 tarihlerinde yapılan Brüksel Zirvesi’nde AB Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından onaylanmıştır. “AGSP: AB Üyesi Olmayan Avrupalı Müttefiklerin Müdahil Olmaları Hakkındaki Nice Hükümlerinin Uygulaması” başlıklı (ve kısaca Nice Uygulama Belgesi olarak adlandırılan) bu yeni Belge, Kuzey Atlantik Konseyi’nin (KAK) 13 Aralık 2002 tarihli Kararı ile 16 Aralık 2002 tarihli NATO-AB Ortak Bildirisiyle birlikte iki teşkilat arasındaki işbirliğinin çerçevesini oluşturmaktadır.

Türkiye, Avrupa güvenliği ve savunması hakkında her iki örgüt arasında bir stratejik ortaklık tesis edilmesini memnuniyetle karşılamıştır. Güvenliğin bölünmezliği ilkesine dayanan bu stratejik ortaklık, mevcut risk ve tehditlere karşı ortak mücadelenin daha etkin bir şekilde yürütülmesini sağlayacaktır. Türkiye, AB üyesi olmayan Avrupalı müttefiklerin AGSP’ne katılımını düzenleyen Nice Uygulama Belgesi’nin hükümlerinin hayata geçirilmesi için tüm Müttefikler ve Avrupalı ortaklara sorumluluk düştüğüne inanmaktadır. Türkiye’nin Avrupa güvenlik ve savunması hakkındaki NATO-AB işbirliğine yönelik yaklaşımı, NATO’ya üyeliğinin ve AB’ne giriş arzusunun doğal bir sonucudur. Bu çerçevede, Türkiye, bu işbirliğine rehber olacak ilkelerin, karşılıklı destek, tamamlayıcılık ve şeffaflık oluşturması gerektiği kanaatindedir.

İstanbul Zirvesi NATO-AB operasyonel işbirliğinin yeni bir adım daha atmasına tanık olmuştur. İstanbul Zirvesi’nde NATO, Bosna-Hersek’teki mevcudiyetini muhafaza etmek kaydıyla, burada yürüttüğü İstikrar Gücü Harekatı’nı (SFOR) bitirme yönündeki kararını açıklamıştır. NATO’nun bu kararından sonra, AB’nin Berlin (+) düzenlemeleri temelinde NATO imkan ve yeteneklerine başvurularak Bosna-Hersek’te AB öncülüğünde “Althea” harekatı başlatılmıştır. AB’nin öncülüğündeki bu harekat, AB’nin NATO imkan ve yeteneklerine başvurmasını sağlayan (ve Berlin (+) düzenlemeleri olarak bilinen) NATO-AB düzenlemeleri için başarılı bir sınav olmuştur.

Ancak, Nice Uygulama Belgesinde kayıtlı hükümler bugüne değin tam anlamıyla uygulamaya geçirilememiştir. Ayrıca GKRY, AB’ye üye olmasıyla birlikte, zaman zaman Yunanistan ve Fransa’nın da desteğiyle, AGSP’ye daha fazla müdahil olma yönündeki çabalarımızı önleyici bir rol oynamaya başlamıştır. Bu bağlamda Avrupa Savunma Ajansı ile işbirliğine girmemiz ve AB ile bilgi güvenliğine dair bir anlaşma imzalamamız GKRY tarafından engellemiştir.  Ülkemiz, beklentilerini zaman zaman en üst düzeyde gerek müttefiklerine, gerek AB üyesi ülkelere iletmiştir.

Türkiye, bulunduğu zor coğrafyada, NATO, AGİT gibi temel uluslararası güvenlik kuruluşları aracılığıyla daha büyük bir İttifakın parçası olduğunu göstermeye büyük önem vermektedir. Ayrıca bölgemizde oynadığımız istikrar sağlayıcı ülke rolümüzün, AGSP (Lizbon Antlaşmasının kabulünden bu yana OGSP) vasıtasıyla da güçlendirileceği değerlendirilmektedir. AB’ye aday ülke olarak da AGSP’ye daha fazla katkıda bulunma isteğimiz doğaldır. Ayrıca AB üyesi olmamakla birlikte Avrupalı müttefik kimliğimiz, AB tarafından Avrupa’nın güvenliği bağlamında daha güçlü bir rol üstlenilecekse, bunda ülkemizin de yer almasını gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede OGSP’nin geliştirilmesi yönündeki siyasamızın sürdürülmesi öngörülmektedir.

Türkiye AB Muharebe Grupları Konsepti’ni memnuniyetle karşılamaktadır. Bu Konsept, NATO ve AB’nin birbirini tamamlayıcı ve şeffaf gayretleri sayesinde, NATO Mukabele Kuvveti ile AB’nin Muharebe Grupları ve Süratli Müdahale Unsurları arasındaki duplikasyon riskinin bertaraf edileceği bir alan olarak ortaya çıkmaktadır.

NATO Mukabele Kuvveti’nin ilk iki rotasyonunda kara unsurunun liderliğini üstlenen Türkiye’nin tecrübesi, bu Konseptin uygulanması aşamasında önemli bir katkı sağlayabilecektir. Türkiye ve Romanya, İtalya’nın çerçeve ülke olduğu AB Muharebe Grubunun 2010 yılının ikinci yarısı için görev üstlenmesi beklenmektedir.

Avrupa Savunma Ajansı (EDA)

EDA’nın kökeni, NATO’dan Batı Avrupa Birliği’ne (BAB) transfer edilen ve esasen NATO Komiteleri olan EuroGroup ve IEPG’ye dayanmaktadır. Bu nedenle, BAB’a ortak üye olmasına rağmen ülkemiz, BAB içinde yeralan Batı Avrupa Silahlanma Örgütü (WEAO) ve Grubu’na (WEAG) tam üye statüsüyle katılmaktaydı.

2004 yılı sonunda Brüksel’de yapılan Batı Avrupa Silahlanma Grubu (WEAG) Savunma Bakanları toplantısında, WEAG’ın Haziran 2005 tarihinde kapatılması ve görevlerinin AB içinde yeni kurulan Avrupa Savunma Ajansı’na (EDA) devredilmesi yönünde karar alınmıştır.

AB’ye üye olmadan EDA’ya tam üye haklarıyla katılamayacağımız bilinmesine rağmen, ülkemiz ve EDA arasında işbirliği düzenlemeleri teşkil edileceğine dair AB taahhüdü çerçevesinde WEAG/WEAO’nun kapatılması kararı tarafımızdan da onaylanmış, sözkonusu AB taahhüdü genel hatlarıyla EDA’yı kuran Ortak Eylem Belgesi’nde de kayıt altına alınmıştır.

Öte yandan, Türkiye ile EDA arasındaki ilişkilerin zeminini oluşturacak İdari Düzenleme Belgesi mektup teatisiyle yürürlüğe girme aşamasına gelmiş (Norveç için hazırlanan belgeyle birlikte), ancak 14 Nisan 2005 günü Brüksel’de yapılan AB’nin teknik düzeydeki toplantısında GKRY, “siyasi mülahazalarla” olduğunu vurgulamak suretiyle Türkiye’ye ilişkin düzenlemenin kabulünü engellemiştir. Norveç’e ilişkin düzenlemeler ise onaylanmıştır.
Türkiye’nin Avrupa Savunma Ajansıyla ilişkilerini tesis edecek İdari Düzenlemeler Belgesinin onaylanması, Avrupa savunma yeteneklerinin geliştirilmesine katkı yapılabilmesine yardımcı olacaktır.

7. Genişleme Süreci

İttifak’a yeni üyelerin kabulü Vaşington Antlaşması’nın 10. maddesi çerçevesinde mümkün olmaktadır. Bu maddede, İttifak üyeliğinin getireceği sorumlulukları yerine getirmeye istekli ve bunun için gerekli yeteneğe sahip olan Avrupa devletlerinin oybirliğiyle alınacak karar temelinde NATO’ya üye olmaya davet edilebilecekleri öngörülmektedir.  NATO’ya üye olmak isteyen ülkelerin aşağıdaki  kriterlere sahip olmaları  gerekmektedir.
- Demokratik siyasi siteme ve  piyasa ekonomisine sahip olmak,
- Anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümünü istemek,
- NATO operasyonlarına katkıda bulunmak,
- Demokratik sivil-asker ilişkisine sahip olmak.
1949  yılında 12 ülke tarafından kurulan NATO geçirdiği  6 genişleme süreci   sonucu bugün 28 üyeli bir örgüte dönüşmüştür.  Bu durum, İttifak’ın genişlemesinin dinamik ve devam eden bir süreç olduğunu göstermektedir.

Türkiye, İttifakın genişlemesinin Avrupa-Atlantik alanının bütününde güvenlik ve istikrarın daha da pekişmesine katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Yeni üyelerin İttifaka katılımları, aynı zamanda özgür ve birleşik bir Avrupa’nın oluşturulması amacına hizmet etmektedir.  Bu anlayış temelinde Türkiye, NATO’nun “açık kapı” politikasını başından beri desteklemiştir. Bu bağlamda Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Slovakya, Estonya, Litvanya ve Letonya’nın 29 Mart 2004 tarihi itibarıyla NATO’ya katılmalarını memnuniyetle karşılamıştır.

Balkanlarda barış ve istikrarın pekiştirilmesi için bölge ülkelerinin Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesi önem taşımaktadır. Bu çerçevede Türkiye, gerekli kriterleri yerine getirmeleri kaydıyla bütün Balkan ülkelerinin İttifak’a üye olmalarını desteklemektedir.  2-4 Nisan 2008 tarihlerinde Bükreş’te gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, Hırvatistan ve Arnavutluk İttifak’a katılmaya davet edilmiş, Yunanistan’ın isim anlaşmazlığı gerekçesiyle veto kullanması nedeniyle, Makedonya’nın  davet edilmesi ise mümkün olamamıştır.  Türkiye bu ikili sorunun bir an önce diplomatik kanallardan çözülmesini ve Makedonya’nın İttifak’a üye olmasını istemektedir.
3-4 Aralık 2009 tarihlerinde Brüksel’de düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısında Karadağ Üyelik Eylem Planı’na (MAP)  katılmaya davet edilmiştir. Bu ülkenin MAP sürecinin önümüzdeki Sonbaharda  başlaması beklenmektedir.
22-23 Nisan 2010 tarihlerinde Tallin'de yapılan  Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısında ise Bona-Hersek MAP’a katılmaya davet edilmiştir. Ancak,  B-H’nin MAP sürecinin fiilen başlatılması bütün savunma taşınmazı mülkiyetinin B-H Savunma Bakanlığının kullanımı için Devlet adına tescili  koşuluna bağlanmıştır.  

8. Ortaklık İlişkileri

Kafkaslar, Orta Asya ve Doğu Avrupa’dan  Ortak ülkelerin  askeri ve savunma bağlantılı konularda NATO’yla bireysel temelde pratik işbirliği yapmalarına olanak sağlayan  Barış için Ortaklık Programı (BİO) 1994 yılında başlatılmıştır . NATO ile Ortaklar arasında çok taraflı bir danışma forumu olan Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi (AAOK) ise 1997 yılında kurulmuş olup, 28 NATO üyesi ile 22 Ortak ülkeyi  bir araya getirmektedir. Ülkemiz, BİO Programının temelini teşkil eden “güvenliğin bölünmezliği”, “yeni bölünme çizgilerinin, gri alanların veya etki alanlarının oluşturulmasından kaçınılması”, “kapsayıcılık”, “self-differentiation” ve “şeffaflık” ilkelerinin korunması gerektiğine inanmaktadır.

AAOK ve BİO çerçevesinde yapılan işbirliğine somut bir nitelik kazandırılarak, işbirliğinin kalitesinin arttırılması, Ortaklık ilişkilerinin günün koşullarına uyarlanarak özellikle terörizmle mücadele ve NATO harekatları bağlamında oluşan yeni ihtiyaçlara daha iyi yanıt verir hale getirilmesi amacıyla İttifak bünyesinde yürütülen çalışmalar sonucunda bazı yeni mekanizmalar oluşturulmuştur. Bu çerçevede örneğin, AAOK ülkelerinin terörizme karşı ortak mücadele yönünde taahhütte bulundukları “Terörizme Karşı Ortaklık Eylem Planı (Partnership Action Plan Against Terrorism / PAP-T)” belgesi, Prag Zirvesinde NATO Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından uygun bulunmuştur.

Prag Zirvesi’nde oluşturulan bir diğer mekanizma da Bireysel Ortaklık Eylem Planı’dır (IPAP). Bireysel Ortaklık Eylem Planı, Ortakların, 28+1 düzeninde NATO’yla işbirliği yapmalarına ve çeşitli alanlarda NATO’nun uzmanlığından yararlanmalarına imkan verecek bir mekanizma olarak ortaya çıkmıştır. IPAP çerçevesinde, NATO ile Ortak ülkeler arasında, savunma reformu ve sınır güvenliği gibi konularda hem nitelik hem de nicelik bakımından daha yoğun ve takvime dayalı işbirliği yapılması öngörülmüştür. Sözkonusu mekanizmaya katılacak Ortak ülkelerin, işbirliği yapılacak öncelikli alanları kendilerinin belirlemesi ve bir IPAP Sunuş Belgesi hazırlamaları beklenmektedir. Katılımın gönüllülüğe dayandığı IPAP sürecine halihazırda Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Moldova ve Kazakistan katılmaktadır.

İttifak’ın, Ortaklık ilişkilerinin Orta Asya ve Kafkasya ülkelerine ağırlık verecek şekilde geliştirilmesi yönündeki çalışmaları ülkemizce de desteklenmiştir. NATO İstanbul Zirvesi bu bakımından bir dönüm noktası oluşturmuştur. İstanbul Zirve Bildirisinde, stratejik öneme sahip Orta Asya ve Kafkasya bölgelerindeki Ortaklarla ilişkilere özel önem atfedilmesi kararlaştırılmıştır. Bu doğrultuda, sözkonusu bölgelerden sorumlu bir Genel Sekreter Özel Temsilcisi atanmış, Ortak ülkelerin savunma kuruluşlarının NATO standartlarına uygun hale getirilmesini hedefleyen PAP-DIB (Partnership Action Plan on Defence Institution Building) inisiyatifi hayata geçirilmiş ve Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinde rotasyon temelinde çalışacak iki NATO irtibat görevlisi atanmıştır.

Öte yandan, Ortak ülkelerin NATO ile birlikte çalışabilir nitelikteki kuvvetlerinin tespiti ve geliştirilmesine yönelik bir mekanizma olan Planlama ve Gözden Geçirme Süreci (PARP), başta barışı destekleme operasyonları olmak üzere, İttifak’ın üstlendiği yeni görevlere ortakların etkin katılımına katkıda bulunmaktadır. 

Ortak ülkelerin sivil ve askeri personelinin, BİO genel prensipleri doğrultusunda eğitimi ve Ortakların NATO ile müşterek çalışabilirlik hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak amacıyla, 29 Haziran 1998 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde “Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi (BİOEM)” kurulmuştur. BİOEM, Müttefik ve Ortak ülkeler ile Akdeniz Diyalogu ülkeleri personeline stratejik ve taktik düzeyde kapsamlı eğitim vermektedir. Sözkonusu merkezin faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi ve katılım istatistiklerine www.bioem.tsk.mil.tr adresinden erişilebilmektedir.

Ülkemiz, İttifak’ın NATO, BİO ve Akdeniz Diyalogu üyesi olmayan Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Arjantin gibi ülkelerle (Temas Ülkeleri) “case-by-case” temelinde temaslarda bulunmasını ve pratik işbirliği faaliyetleri gerçekleştirilmesini de, kurumsal yapılar oluşturulmaması ve mevcut Ortakların statüsüne halel getirilmemesi kaydıyla, desteklemektedir.

9. Akdeniz Diyalogu ve İstanbul İşbirliği Girişimi

1994 yılında oluşturulan NATO’nun Akdeniz Diyalogu (AD), Akdeniz Bölgesi’nin bütününde barış ve istikrara katkıda bulunulmasını, bölge ülkeleri ile NATO arasında ortak anlayışın geliştirilerek İttifak hakkında oluşabilecek yanlış anlama ve algılamaların giderilmesini amaçlamaktadır. Halihazırda Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Fas, Moritanya ve Tunus Diyaloga katılmaktadır.

Bir Akdeniz ülkesi olarak Türkiye, kuruluşundan bu yana Akdeniz Diyalogunu desteklemektedir. Avrupa güvenliğinin Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı ile yakından bağlantılı olduğu inancıyla Türkiye, İttifak’ın, Akdeniz Diyalogunun NATO’nun katma değer sağlayabileceği alanlarda güçlendirilmesi hedefini paylaşmaktadır. Türkiye, bu çerçevede, NATO İstanbul Zirvesi’nde alınan, İttifak’ın Akdeniz Diyalogu ülkeleriyle daha kapsamlı ilişkiler geliştirilmesi kararını desteklemiştir.

Yıllık formatta hazırlanan Akdeniz Diyalogu Çalışma Programı kapsamında, askeri işbirliği, olağanüstü hal planlaması, kriz yönetimi, lojistik ve dil eğitimi gibi alanlarda çok sayıda faaliyet icra edilmektedir. Terörizme karşı mücadele bağlamında AD ülkelerinin Akdeniz’de sürdürülmekte olan Etkin Çaba Harekatı’na (OAE) katkıları üzerinde yapılan çalışmalara da devam edilmektedir. Bu ülkelerden bazıları NATO operasyonlarına katkıda bulunmaktadırlar. 

Öte yandan ülkemiz, yine İstanbul Zirvesi’nde,  Orta Doğu bölgesinde ve özellikle Körfez İşbirliği Konseyinde yer alan ülkelerle ikili temelde pratik işbirliği yapılabilmesi amacıyla oluşturulan “İstanbul İşbirliği Girişimi”ni de desteklemektedir. İstanbul İşbirliği Girişimi (İİG) çerçevesinde İttifak,  Orta Doğu bölgesindeki ülkelerle güvenlik ve istikrarın arttırılmasına yönelik ilişkiler geliştirmeyi hedeflemektedir. Girişime bu aşamada Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri iştirak etmektedir.

Türkiye, tüm Akdeniz Diyalogu ülkelerinin yanısıra İİG üyesi ülkelerle de iyi ilişkiler yürütmekte olup, sözkonusu ülkelerle askeri alanda pek çok ikili teknik anlaşma imzalamış bulunmaktadır. Akdeniz Diyalogunun ve İİG’nin geliştirilmesine aktif katkısının bir göstergesi olarak Türkiye, Ankara’da yerleşik Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezini (BİOEM) AD ülkelerinin katılımına açmıştır. Ülkemiz ayrıca, Riga Zirvesinde alınan, AAOK Ortaklık araçlarının Akdeniz Diyalogu, İstanbul İşbirliği Girişimi ve Temas ülkelerine “case by case” ilkesi temelinde açılması kararını da desteklemektedir.

10. NATO-Rusya İlişkileri

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından İttifak, Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenlik ve istikrarın sürdürülebilmesi amacıyla Rusya Federasyonu ile bir diyalog başlatmıştır. NATO-RF ilişkilerinde, 1997’de NATO-Rusya Daimi Ortak Konseyi (DOK) kurucu senedinin imzalanmasıyla istikrar ve işbirliği tesis olunmuştur. NATO’nun Kosova’ya müdahalesi, 1999’da RF’nin DOK işbirliğini askıya almasına neden olmuştur. 11 Eylül saldırıları sonrasında gelişen yeni işbirliği anlayışı çerçevesinde, 2002’de NATO-RF Zirvesinde kabul edilen “Roma Bildirisi”yle NATO-Rusya Konseyi (NRC) kurulmuştur. NRC’nin amacı siyasi diyalog ve pratik işbirliği sağlanmasıdır.

NATO-RF ilişkilerinde 2008 yılındaki Gürcistan krizinin ardından yaşanan olumsuz dönem, 4 Aralık 2009 günü gerçekleştirilen NATO-RF Konseyinde alınan ve Bakanlar düzeyindeki diyalog ve işbirliğini resmen yeniden başlatan kararlarla  sona ermiştir.

Ülkemiz, NATO-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesini desteklemekte ve NATO ile Rusya arasında yapıcı, karşılıklı anlayış, şeffaflık ve işbirliğine dayalı kurumsal ilişkiler kurulmasının, Avrupa-Atlantik bölgesinin barış ve istikrarı için gerekli olduğunu düşünmektedir.  Bu doğrultuda, Türkiye, NRC’nin  faaliyetlerine tam destek vermektedir. NRC bünyesinde gerçekleştirilen faaliyetlerde gelinen aşama cesaret verici olmakla birlikte, Türkiye, NRC bünyesinde daha fazla işbirliği imkanının bulunduğunu düşünmektedir. Ülkemiz, terörizmle mücadelenin NRC çerçevesinde öncelikli bir işbirliği alanı oluşturduğunu düşünmektedir.

Hem istişare, hem de pratik işbirliği boyutu olan NRC çerçevesindeki başlıca işbirliği alanları arasında, terörizmle mücadele, savunma reformu, kriz yönetimi, yayılmanın önlenmesi, hava sahası işbirliği, sivil olağanüstü hal planlaması, silahların kontrolü ve güven ve güvenlik artırıcı önlemler yer almaktadır.

NRC’nin gündemindeki diğer bir önemli işbirliği alanını ise, Afganistan ve Orta Asya ülkeleri personeline uyuşturucu ile mücadele eğitimi verilmesine dair NRC Projesi oluşturmaktadır. Sözkonusu projeye katkı olarak Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Uluslararası Uyuşturucu ve Organize Suçlarla Mücadele Akademisinde (TADOC) Afgan personel için kurslar düzenlemektedir. TADOC’un ayrıca, mobil timlere uzman katkısında bulunarak sözkonusu projeye desteğini sürdürmesi öngörülmektedir.

11. NATO-Ukrayna İlişkileri

Ukrayna, Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyine ve Barış için Ortaklık (BİO) Programına katılmaktadır. Ayrıca, 1997 yılında kurulan NATO-Ukrayna Komisyonu (NUC) vasıtasıyla NATO ile Ukrayna arasında özel bir ilişki mekanizması da oluşturulmuştur. Nisan 2005’te Vilnius’ta düzenlenen Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısında, Ukrayna’nın reform süreci ve İttifaka katılma hedefleri konusunda bu ülkeyle Yoğunlaştırılmış Diyalog (YD) başlatılmasına karar verilmiştir.
NATO Dışişleri Bakanlarının Aralık 2008’de Brüksel’de yapılan toplantısında, Ukrayna’ya MAP verilmesi konusunda Müttefikler arasında oydaşma bulunmadığından, (Gürcistan ve) bu ülkeyle Yıllık Ulusal Program (ANP) uygulaması başlatılmasına karar verilmiştir.
Bu ülke, NATO’nun yürüttüğü harekatlara önemli miktarda katkı sağlamaktadır. NATO’yla ilişkiler ve olası NATO üyeliği, Ukrayna’nın gündeminin ön sıralarında yer almaktadır. Ancak, gerek siyasi çevreler, gerek kamuoyu bakımından konu hassasiyet arzetmektedir. Anketler, NATO üyeliğine ülke genelinde verilen desteğin %30’u geçmediği sonucunu vermektedir.
Öte yandan, 7 Şubat 2010 tarihinde yapılan seçimlerde Viktor Yanukoviç’in Devlet Başkanlığına seçilmesi bu ülkenin NATO’yla ilişkilerinde önemli değişikliğe yol açmıştır. Bu ülke yetkilileri yaptıkları açıklamalarda, Ukrayna’nın artık NATO’ya üye olmayı hedeflemediğini, ancak ANP çerçevesinde NATO'yla işbirliğinin devamının hedeflendiğini, Ukrayna’nın ulusal çıkarlarıyla örtüştüğü ve Avrupa güvenliğine katkı yaptığı ölçüde, NATO'yla ilişkilerin geliştirilmeye devam edileceğini ifade etmektedirler.
Ülkemiz, önemli bir bölgesel ortak olarak gördüğü Ukrayna’nın Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmesi sürecine verdiği desteği sürdürmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna’nın savunma reformu alanındaki çabaları özel bir önem taşımaktadır. Savunma reformu alanındaki ilerlemeler, NATO ile işbirliğini kolaylaştırmasının yanısıra, Ukrayna’nın Avrupa-Atlantik toplumu ile de daha yakın ilişkiler kurmasını sağlayacaktır.

12. 2004 NATO İstanbul Zirvesi

Türkiye 28-29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi’ne evsahipliği yapmıştır. İstanbul Zirvesi, İttifak’ın 29 Mart 2004 tarihinde gerçekleşen genişlemesinden sonra Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde gerçekleşen ilk önemli etkinlik olmuştur.

2004 Zirvesine, Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi üyesi 46 ülkenin yanısıra Afganistan, Bosna-Hersek ve Sırbistan-Karadağ da misafir statüsüyle iştirak etmişlerdir. Buna ilaveten, Zirve marjında NATO-Rusya Konseyi (NRC) ve NATO-Ukrayna Komisyonu (NUC) toplantıları yapılmıştır. Zirveye, yarısı resmi heyet mensupları ve diğer yarısı basın mensupları olmak üzere, yaklaşık 6000 kişi katılmıştır. Zirve çerçevesinde bir dizi “kamu diplomasisi” faaliyeti gerçekleştirilmiştir.

NATO İstanbul Zirvesi’nde Müttefikler;
-Afganistan’da ISAF harekatının İl İmar Takımları (PRT) vasıtasıyla ve ülkedeki genel seçimlere olan desteği arttırmak suretiyle genişletmeyi kararlaştırmış;
-İttifak’ın Bosna-Hersek’teki SFOR harekatına son vermesini ve Avrupa Birliği’nin bu ülkede, BM Şartı’nın VII. Bölümü uyarınca, NATO ve AB arasında mutabık kalınan Berlin (+) düzenlemelerine dayanan yeni bir görev kuvveti konuşlandırmasını memnuniyetle karşılamış;
-Kosova’daki güvenlik durumunu daha da güçlendirmek ve buradaki siyasi süreci teşvik etmek için kuvvetli bir KFOR mevcudiyetinin önemini teyit etmiş; -NATO’nun Akdeniz’de icra edilen harekatı “Operation Active Endeavour”ın (OAE) terörizmle mücadeleye katkısını arttırmaya karar vermiş;
- Iraklı güvenlik güçlerinin eğitilmesine yardım sağlanmasını kararlaştırmış;
- Terörizme karşı yürütülen küresel mücadeleye Müttefiklerce yapılmakta olan katkıların güçlendirilmesi için genişletilmiş bir tedbirler paketi üzerinde görüş birliğine varmış;
-Tüm İttifak görevlerini icra edebilecek daha modern, kullanabilir ve konuşlandırılabilir bir kuvvete sahip olmak amacıyla NATO’nun askeri yeteneklerinin dönüşümü daha ileriye götürmeyi kararlaştırmış;
-Stratejik açıdan önem taşıyan özellikle Kafkasya ve Orta Asya bölgelerindeki Ortaklarla birlikte çalışmanın önemine değinmiş;
-NATO’nun Akdeniz Diyalogu’nu geliştirmeyi ve “İstanbul İşbirliği Girişimi” adı altında geniş Orta Doğu bölgesine yeni bir işbirliği mekanizması önermeyi kararlaştırmışlardır.

13. 2006 NATO Riga Zirvesi

28-29 Kasım 2006 tarihlerinde Riga’da düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde alınan başlıca kararlar arasında,
- Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan’a BİO’ya katılım için davette bulunulması,
- BİO çerçevesindeki Ortaklık araçlarının “case-by-case” temelinde AD, İİG ve Temas Ülkelerinin kullanımına açılması,
- NATO Mukabele Kuvvetinin tam operasyonel yeteneğe eriştiğinin ilanı,
- ve Kapsamlı Siyasi Yönergenin kabulü yer almıştır.

14. 2008 NATO Bükreş Zirvesi
NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, 2-4 Nisan 2008 tarihlerinde Bükreş’te düzenlenmiştir. Genişleme konusunun öncelikli gündem maddesini oluşturduğu Zirvede, NATO’nun Balkanlara yönelik politikası, Afganistan ve Kosova’daki NATO operasyonları ile terörizm, füze savunması ve enerji güvenliği gibi konular da ağırlıklı olarak ele alınmıştır.
Bükreş Zirvesinde, NATO’nun Üyelik Eylem Planı’na (MAP) dahil üç ülkeden Arnavutluk ve Hırvatistan İttifakla katılım görüşmelerine başlamak üzere davet edilmiş, isim sorunu nedeniyle Yunanistan’ın vetosuna maruz kalan Makedonya ise bu aşamada üyelik daveti alamamıştır. Öte yandan, Ukrayna ve Gürcistan’ın bu aşamada MAP’a davet edilmeleri mümkün olmamakla birlikte, anılan ülkelerin ileride NATO üyesi olacakları belirtilmek suretiyle, İttifakın “açık kapı” politikası teyit edilmiştir. Bosna-Hersek ve Karadağ’ın, İttifak’la ilişkilerinin Yoğunlaştırılmış Diyalog düzeyine çıkarılması ve Malta’nın Barış İçin Ortaklık programına geri dönmesi de, Zirvede alınan diğer önemli kararları oluşturmuştur.
Bükreş Zirvesi çerçevesinde, Rusya Devlet Başkanının da katılımıyla düzenlenen NATO-Rusya Konseyi (NRC) Zirvesinde, NRC gündemindeki pratik işbirliğinin bulunduğu aşama ele alınmış, AKKA, NATO genişlemesi, Kosova gibi konularda görüş alışverişinde bulunulmuştur.
ISAF’a katkıda bulunan ülke ve uluslararası kuruluşların katılımıyla düzenlenen ayrı bir oturumda, Fransa’nın 700 mevcutlu ilave birlik katkısında bulunacağını açıklaması, toplantıda yapılan en önemli katkı taahhüdünü teşkil etmiştir.
Zirvede ayrıca, 21. yüzyılın tehditleri bağlamında, füze savunması, siber savunma, enerji güvenliği gibi konular da ele alınmıştır.

15. 60. Yıl Zirvesi

İttifak’ın kuruluşunun 60. yılı münasebetiyle 3-4 Nisan 2009 tarihinde Almanya ve Fransa’nın ortak evsahipliğinde Kehl ve Strazburg kentlerinde düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, yalnızca tarihi ve sembolik önemi haiz bir buluşma olmakla kalmamış, aynı zamanda önemli kararların alınmasına da vesile oluşturmuştur. Yeni NATO Genel Sekreterinin seçilmesi, Fransa’nın entegre askeri yapıya dönüşü, Stratejik Konsept ve Afganistan Zirvenin ağırlıklı gündem maddelerini oluşturmuştur. Kosova’daki KFOR harekatı, NATO’nun Balkanlara yönelik politikası, NATO’nun dönüşümü ve karargah reformu Zirve marjında ele alınan diğer konuları oluşturmuştur.
Zirvenin Başlıca Sonuçları:
- NATO’nun 31 Temmuz 2009 tarihinde boşalacak NATO Genel Sekreterlik makamına Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen seçilmiştir.
- Fransa’nın İttifak’ın entegre askeri yapıya dönüş kararından duyulan memnuniyet ve anılan kararın İttifak’ın güçlendirilmesine yapacağı katkı Zirve Bildirisinde açıklanmıştır.
- İttifak’a Katılım protokollerine ilişkin onay süreçleri Zirveden önce tamamlanan Arnavutluk ve Hırvatistan Zirve sırasında resmen NATO’ya katılmışlardır.
- Zirve vesilesiyle NATO’nun 60 yıldır dayandığı temel ilkelerin sürekliliğini teyit eden ve 21. yüzyıla ilişkin vizyonunun ortaya koyan İttifak Güvenliği Deklarasyonu kabul edilmiştir. Sözkonusu Deklarasyon’da NATO’nun en son 1999 yılında güncellenmiş olan Stratejik Konsepti’nin yenilenmesi konusunda bir görevlendirmeye yer verilmiştir. 
- Müteakip Zirve’nin Portekiz’de yapılması karara bağlanmıştır.