30 Ekim 2010 Cumartesi

Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı;Abdullah Gül'ün Liberal Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen- Türkiye'de İfade Özgürlüğü: Bir Gelecek Perspektifi- konulu sempozyumda yaptığı konuşma. (Ankara, 7 Haziran 2003)

eğerli Konuklar,
İnsan hakları, insanın doğuştan sahip olduğu, devredilemez ve vazgeçilemez nitelikte haklardır. İnsanı insan yapan unsurlardır. Toplumdan ve devletten önce vardır. Toplumsal ya da siyasal düzenin eseri değildir. Tersine, toplumsal-siyasal yapıya meşruluk kazandırırlar.
Günümüzde bir devlet düzeninin veya bir rejimin değerlendirilmesinde, insan hakları karşısında takınılan tavır belirleyici rol oynar. İnsan haklarına saygı göstermeyen bir rejim, insanın değerini, dolayısıyla, kişinin insan olma niteliğini reddetmiş olur.
Bizim siyasi felsefemiz insan hakları alanında bu ilkelere dayanır. Anayasal düzenin elverdiği ölçüde, halkımızdan aldığımız siyasi gücü bu hedefe ulaşılmasına yöneltmeye kararlıyız. Bunun da ötesinde, Anayasal düzeni, bu alanda çağdaş uluslararası normlara ve özellikle Avrupa insan hakları ve demokrasi normlarına uyarlama ihtiyacının bilincindeyiz.
Gerçekte bu hedef tüm siyasi ve toplumsal kesimlerin de ortak hedefi olmalıdır. Bu anlayışla,  tüm sivil toplum kuruluşlarıyla iletişimimizi geliştirmeye, güçlendirmeye özen gösteriyoruz. Tüm siyasi ve toplumsal kesimlerin görüşlerini ve beklentilerini ülkemizde karar süreçlerine demokrasi içinde yansıtmalarına imkan verecek zemini güçlendirmeyi hedefliyoruz.
Bugünkü sempozyumun konusunu oluşturan ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler arasında “olmazsa olmaz” özelliği taşıyan bir insan hakkıdır. Tarih boyunca sınırları ve kapsamı tartışılagelen bir konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde, önce İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, sonra uluslararası insan hakları hukukunun temel belgelerinden sayılan Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde tanımlanmıştır.
Bu arada, Birleşmiş Milletler’in iki temel insan hakları sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmeleri, önceki gün, 5 Haziran Perşembe günü, TBMM’de onaylanmıştır. Bu vesile ile, bu gelişmeden duyduğum memnuniyeti sizinle paylaşmak isterim.
İfade özgürlüğü kavramı, daha sonra, somut ve kapsamlı tanımına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ulaşmıştır. Ülkemizin 1954 yılında taraf olduğu bu temel insan hakları sözleşmesinden kaynaklanan düzenleme ve uygulamaları gerçekleştirmenin, 49 yıldır, yani yarım yüzyıldan beri yükümlülüğümüz olduğunu hatırlamak gerektiğini düşünüyorum.
Sözleşme, ifade özgürlüğünü, çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık anlayışına dayanan demokratik bir toplumun temel esaslarından biri olarak kabul etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, çeşitli kararlarında, ifade özgürlüğünün olabilecek en geniş kapsamıyla benimsenmesinin çoğulcu demokrasilerin en belirgin özelliği olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme, şiddete teşvik etmeksizin veya kışkırtmaksızın düşüncelerin açıklanmasının cezalandırılmasını ifade özgürlüğünün ihlali saymaktadır.
Ülkemizde son yıllarda insan hakları alanında yapılan kapsamlı Anayasal ve yasal düzenlemelere karşın, ifade özgürlüğü konusunda çağdaş normlara tam uyumun sağlanabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.
Türk Ceza Kanunu’nun ifade özgürlüğü ile ilgili bazı maddelerine, şiddet unsuru eklenerek, şiddeti kışkırtmayan düşüncelerin açıklanmasının cezalandırılmasının önlenmesi amaçlanmıştır. Ancak, bu alanda uygulamada yaygın biçimde bu değişikliklere uygun sonuç alınmasının biraz zaman alabileceği anlaşılıyor. Bu süreci hızlandırmak için çaba gösteriyoruz.
Öte yandan, mevzuatımızda halen şiddete teşvik etmeden düşüncelerin ifade edilmesini suç sayan hükümler bulunduğu gerçektir. Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesini bu kapsamda sayabiliriz. Bu madde şiddet unsuru içermemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme’nin 10. maddesi gereğince, 8. maddeden yargılanarak hüküm giyen başvuranların ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de, 2001 yılında, ülkemiz aleyhinde verilen ifade özgürlüğü konulu AİHM kararları ile ilgili olarak bir karar kabul etmiş ve benzer ihlallerin tekrarlanmasının önlenmesi amacıyla mevzuat ve uygulama değişiklikleri yapmamızı istemiştir.
Gerçekte, gözönünde bulundurulması gerektiğini düşündüğüm önemli bir unsur şudur. İnsan hakları ve demokratikleşme alanında yapılan ve yapılması planlanan yasal düzenlemeler ve bunların hızla uygulamaya yansıtılması çabaları, öncelikle insanımızın yaşam standartlarının yükseltilmesini ve ülkemizin çağdaş toplumlar arasında hakettiği yeri almasını amaçlamaktadır. Zaten AB üyelik sürecinde bizden beklenenler de, aslında yarım asır önce üstlendiğimiz Avrupa insan hakları normlarına uyum yükümlülüklerimiz ile aynı unsurlar değil midir?
Diğer alanlarda olduğu gibi, ifade özgürlüğü alanında da, halkımızın hak ettiği biçimde, mevzuatımızı ve uygulamalarımızı çağdaş normlara uygun biçimde düzenleme çabalarımızı sürdüreceğimize ilişkin kararlılığımızı vurgulamak isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder