30 Ekim 2010 Cumartesi

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül’ün;;13 Nisan 2005 tarihinde TBMM’de Ermeni İddiaları Konusunda;;Yapılan Genel Görüşmede Yaptığı Konuşma

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül’ün  13 Nisan 2005 tarihinde TBMM’de Ermeni İddiaları Konusunda  Yapılan Genel Görüşmede Yaptığı KonuşmaSayın  Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Yüce Meclis’in ulusca üzerinde büyük hassasiyet duyduğumuz bir mesele olan Ermeni iddiaları üzerinde genel görüşme yapmasını fevkalade yararlı  görüyorum.
Bu yıl, sözde soykırımın 90. yılı olduğu gerekçesiyle  Türkiye aleyhine yürütülen faaliyetler yoğunlaştırılmış bulunmaktadır.
Böyle bir dönemde yapılan bu genel görüşmenin, ülkemizin bu iddialara karşı yürütmekte olduğu mücadele  bakımından  önemli katkı sağlayacağına  inanıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum:
Konuşmamda kullanacağım  “Ermeni” tanımlamasıyla hiçbir şekilde Ermeni kökenli vatandaşlarımızı kastetmiyorum. Onlar devletimize yürekten bağlı, her türlü vatandaşlık yükümlüklerini yerine getiren, ülkelerinin daha iyi günlere taşınması için toplumsal katkılarını esirgemeyen vatandaşlarımızdır. 
Bu vesileyle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden Cumhuriyet’e, sekiz yüzyılı aşan ortak yaşantımıza sanat, bilim, ticaret gibi birçok alanda katkıda bulunan Ermenileri de saygıyla anıyorum.
Diğer yandan, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler arasında, Türk halkı ile dostluğa özen gösteren ve bu yolda çaba harcayan, Türkiye ile kültürel ve insani bağlarını sürdürmeye gayret eden çok sayıda cesur ve dirayetli Ermeni dostlarımız  bulunmaktadır. Buradan kendilerine olan takdir ve dostluk duygularımızı ifade etmek isterim.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Türkiye  uzun süreden beri soykırım iddialarıyla ilgili olarak çok iyi organize olmuş, her fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanya ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu örgütlü kampanya halkımız ve ülkemiz aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlanan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve saptırmalara dayandırılmaktadır:
Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasını sağlamak amacıyla savaş sırasında Ermenilerin kitle halinde öldürülmekte oldukları propagandasını işleyen, İngiliz Savaş Bakanlığı’nın propaganda bürosunun yayınladığı meşhur “Mavi Kitap” malumunuzdur.
Yine zamanın İstanbul’daki ABD Büyükelçisi, yanında çalışan bazı aşırı Ermenilerden aldığı bilgilerden yola çıkarak, kendisine parlak bir siyasi gelecek hazırlamak amacıyla yalan dolu  anılar yayınlamıştır. Böylece halkımız ve ülkemiz aleyhine önyargıların yeşermesine katkıda bulunmuştur.
Bu gibi kitaplar ve propaganda yayınları incelendiğinde görülen manzara, 1915 yılının bir günü ülkemiz topraklarında yaşayan Ermenilerin, durup dururken katliama tabi tutulduğudur. Konunun vahim tarafı, bu gibi propaganda malzemesinin, tutarsızlıkları, düzmece oldukları, hangi amaçlarla  kaleme alındıkları açıkça ortada iken halen muteber addedilmeleridir. Bu yayınların sözde bilimsel eserlere kaynak veya dayanak alınmaları daha da vahim olmuştur.
Diğer yandan, bazı yabancı bilim adamları , objektif ve dürüst araştırmaları  sonucunda sözkonusu iddialardaki abartı ve yanlışları tespit etmiş bulunmaktadırlar. Buna göre yapılan dengeli değerlendirmeleri dünyaya açıklamışlardır.
Değerli milletvekilleri,
1915 yılında meydana gelen  olayları sağlıklı  analiz edebilmek için 1915 yılından önce neler yaşandığını iyi incelemek gerektiğini düşünüyorum. 
Türklerin Anadolu’ya ayak bastığı 11. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar  800 yüzyılı aşkın bir süreyle Türk-Ermeni ilişkileri barış ve karşılıklı güven esaslarına dayalı olarak gelişmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in  İstanbul’u fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan  Ermeniler “millet” adı altında örgütlenmişlerdir. Kendi dini liderlerinin yönetiminde devletin sağladığı huzur ve özgürlük içinde yaşamaya başlamışlardır.  Osmanlı’nın “sadık millet” olarak gördüğü Ermeniler Osmanlı bürokrasisinde bakan, paşa, savcı, büyükelçi, vali, yargıç  olarak üst düzey görevlere getirilmişlerdir. Hiçbir ayrıma tabi tutulmamışlardır.
Ancak, 1820’lerden sonra  Çarlık Rusyası, zamanın İngiltere ve Fransa hükümetleri, aralarındaki  nüfuz ve çıkar mücadelesinde  Ermenileri Osmanlıya  karşı kullanılacak önemli bir unsur olarak görmüşlerdir. Bu güçler,  bu doğrultuda Doğu Anadolu’da Ermenilere hayali bir Ermenistan vaat etmişlerdir.  Balkanlarda bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler de aynı yöndeki çabaları artırmıştır. Bu devletlerin  kışkırtmaları sonucunda 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlanmıştır. 1887'de Cenevre'de  Hınçak, 1890 'da ise Tiflis'te  Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Her iki Komitenin ortak hedefi Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren bir Ermeni devleti kurulması olmuştur.
Daha sonra Osmanlı sınırları içerisinde de örgütlenen  bu komitelerin kışkırtmaları sonucu Osmanlı’ya karşı Ermeni isyanları başlamıştır.
Bunlar, uyguladıkları suikast ve banka baskını yöntemleriyle  şimdi
dünyanın ve insanlığın başına bela olan  terörizmin öncüleri olmuşlardır.
Bazı  Ermeni gruplar, başta Erzurum, Kayseri, Yozgat, Çorum,  Merzifon,  Van  ve  Adana  olmak üzere Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ayaklanmışlardır. Ermeni Komiteleri tarafından başlatılan isyanların temel hedefi, Osmanlı İmparatorluğu’nun isyanları bastırma girişimlerini her seferinde katliam olarak takdim etmek ve Batılı büyük güçleri Ermeniler lehine müdahaleye teşvik etmek olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’ne karşı savaşa girmesi aşırı eğilimli Ermenilerce büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede, kurulan gönüllü Ermeni alayları, Rus ordularının Doğu Anadolu’ya girmesi ile birlikte savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak  çocuk ve kadınlar dahil sivillere karşı katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlardır. Osmanlı birliklerinin harekatını engellemişlerdir. İkmal yollarını kesmişlerdir. Yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşlerdir. Köprü ve yolları imha etmişlerdir. Şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. 
Osmanlı Hükümeti, bu durum karşısında, Ermeni Patriğini, mebuslarını ve diğer önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmiştir. Ancak, bu uyarıdan sonuç alınamayınca Hükümet  24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitelerini kapatmıştır. 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan  tutuklamıştır. Ermeni çevrelerinin her yıl “sözde Ermeni soykırımı”nın  yıldönümü diye andıkları 24 Nisan, işte bu komitecilerin tutuklandığı tarihtir. 
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihinde, maruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehdit nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur: Savaş bölgelerinde oturan Ermenileri güneydeki Osmanlı topraklarına sevketme (tehcir) kararı almıştır.  Ermeni nüfus bu karardan zamanlıca haberdar edilmiştir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra nakil işlemi başlamıştır. Ayrıca, İstanbul’da ve Anadolu’da sıcak savaş bölgesinden uzakta yaşayan Ermeniler tehcir kararının dışında tutulmuşlardır.
Osmanlı Hükümeti, sözkonusu Ermenilerin savaş dışı bölgelere yeniden yerleştirilmesi sırasında Ermeni nüfusun zarar görmemesi için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması talimatını vermiştir. Bu amaçla yayınlanan ve Osmanlı arşivlerinde bulunan emirler mevcuttur. Bunlar durumun somut kanıtıdır.  Bir yandan I. Dünya Savaşının devam etmesi, öte yandan iç ayaklanma ve isyan, savaştan kaynaklanan ortam, mahallindeki kin ve intikam duyguları sözkonusu sevk sırasında kafilelerin birtakım saldırılara uğramasına sebep olmuştur. Hükümet bu durumu engellemeye çalışmıştır. Nitekim, devlet otoritesinin kuvetli olduğu bölgelerde Ermeni kafilelerine karşı çok az sayıda saldırı vuku bulmuştur. Ermeni kafilelerine kötü davranan ve Hükümetin talimatlarına uymayan yaklaşık 1390 kişi yargılanmıştır. Bir çoğu idam dahil cezalara çarptırılmıştır. 
Burada şu soruyu sormak istiyorum: Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir devlet, Ermeni kafilelerine kötü davrandığı için kendi görevlilerini ve vatandaşlarını yargılayıp cezalandırır mı?  Ayrıca, savaş günlerinin araç, yakıt, gıda ve diğer imkanlarının yetersizliği, ağır iklim şartları ve tifüs gibi salgın hastalıklar da can kaybının artmasına yol açmıştır. Esasen sözkonusu zaman dilimi, tüm Anadolu halkının aynı kaderi paylaştığı bir dönemdir.
Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince Ermenileri kışkırtma faaliyetleri devam etmiştir.   Kasım 1918 tarihinde Güneydoğu Anadolu’nun bir bölümü ile Kilikya bölgesini işgal eden Fransız kuvvetleri, bölgede bir Ermenistan Devleti kurma vaadiyle Ermenilerle anlaşmıştır. Önce Ermeni gönüllü taburları, daha sonra da Fransız Yabancı Lejyonuna bağlı Ermeni Lejyonu kurulmuştur. Fransız komutasındaki bu Ermeni askerleri 1921 yılına kadar bölgede kanlı katliamlar yapmışlardır. Bu husus Fransız belgelerinde kayıtlıdır.
Değerli milletvekilleri,
Bütün bu tarihi  gerçeklerin çarpıtılarak 1915’de yaşanan olayların  dünya kamuoyuna  soykırım olarak takdim  edilmeye çalışılması hukuki dayanaktan da tamamen yoksundur. Soykırım terimi, 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nin ikinci maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre “soykırım”:
 “ulusal, etnik, dini veya ırksal bir grubun,
sırf bu grup mensubu olmaları nedeniyle,
kısmen veya tamamen yok edilme kastıyla öldürülmeleri,
ciddi bedensel ve ruhsal zarara uğratılmaları,
veya böyle bir grubun fiziki varlığının kısmen veya tamamen yok edeceği açıkça belli olan yaşama koşullarına tabi tutulmaları,
grup içinde doğumları önleyecek tedbirlerin zorla uygulanması, yahut bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi”
şeklinde tanımlanmıştır.
Sadece bu tanıma uyan eylemler soykırım suçu olarak adlandırılabilir. Bu tanımda üzerinde hassasiyetle durulması gereken, bir grubun bu grup mensubu olmaları nedeniyle kısmen veya tamamen yok edilme kastıdır. Böyle bir kastın mevcut olmadığı açıkça ortadadır. Bir insan grubunun sırf o gruba ait olduğu için yok edilmesi ancak asırlarca önyargıların oluşturulması suretiyle mümkün olabilir. Oysa Anadolu asırlarca çok değişik kimliklerin bir arada barış içinde yaşadıkları bir toprak parçasıdır. İnsanlarda birbirlerine karşı, başka yerlerde gördüğümüz önyargı yoktur. Soykırım iddiasında bulunan çevreler, 90 yıldır tüm çabalarına rağmen, Osmanlının Ermenileri yok etme niyetini ortaya koyan tek bir belge bulamamışlardır. Belge dediklerinin de sahteliği ortaya çıkarılmıştır.
Esasen Ermeni iddiaları hukuki olarak Birinci Dünya savaşından hemen sonra  araştırılmıştır. Savaş sonrasında İstanbul’u işgal eden  İngilizler, Ermeni Patrikhanesi’nin raporlarına dayanarak katliam ve değişik suçları işlemekten sorumlu tuttukları, aralarında bakan ve diğer üst düzey sivil ve askeri yöneticilerin de bulunduğu 144 Osmanlı yöneticisini yargılanmak üzere Malta’ya sürgüne göndermişlerdir. Ancak, Osmanlı arşivleri kontrolü altında olmasına karşın İngilizler, bütün çabalarına rağmen, sözkonusu şahısları suçlayacak tek bir kanıt bulamamışlardır. Bunun üzerine Malta sürgünlerinin tümünü  serbest bırakmışlardır. Bu şekilde Ermeni  soykırımı iddialarının geçersizliği ta o dönemde  saptanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra yaklaşık yarım yüzyıl Ermeni iddiaları  gündeme gelmemiştir. Bu iddiaların 1965 yılından itibaren ivme kazandığı ve bir kampanyaya dönüştüğü görülmektedir. Ardındaki saikler hakkında görüş ve spekülasyonlar çeşitlidir.
Bazı Ermeni gruplar, sözde soykırım iddialarını dünya kamuoyuna tanıtmak için araç olarak terörü seçmişlerdir. Halkımıza ve ülkemize karşı geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren yeni nesillerini önyargıyla, nefretle yetiştirenler 1973 yılında ASALA gibi bazı terörist örgütler vasıtasıyla Türk diplomatlarına ve Türk hedeflerine yönelik  terör saldırılarını başlatmışlardır.  Türk hedeflerine karşı 200’den fazla saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırılar 4 kıtada 21 ülkede vuku bulmuştur. Sözkonusu terör saldırıları sonucu 1985 yılına kadar otuzu aşkın diplomatımız, kamu görevlimiz ve aile yakını şehit edilmiştir.
Bu vesileyle aziz şehitlerimizi bir kere daha rahmet ve saygıyla anıyorum.
Hatırlayacaksınız, bu cinayetleri haber yapan yabancı basın yayın organları haberleri verirken, bir Türk diplomatı öldürüldü diye kısacık yazmışlardır. Haberin altında ise, uzun uzun 1915 yılında meydana gelen olayları tek yanlı adeta ırkçı bir bakış açısıyla okurlarına veya dinleyenlere aktarmışlardır. Bu terör örgütlerinin bazı mensupları yakalanmış olmalarına rağmen, cezalandırılmamışlardır. Terör örgütlerinin faaliyetinden haberdar olanlar, bu örgütlerin faaliyetlerini ancak kendi vatandaşları zarar görünce engellemek yoluna gitmişlerdir. 
Şimdi biz de sormak isteriz: Eğer bu teröristler zamanında yakalansa ve adalete teslim edilseydi, terörizm denilen bela bugün bu kadar büyük bir tehdit oluşturur muydu?
Ancak, terörle bir sonuca ulaşılamayacağını anlayan militan Ermeni çevreleri,  bu defa Türkiye’ye karşı yürüttükleri kampanyada taktik değiştirerek sözde soykırımın çeşitli ülkelerin ulusal ve yerel parlamentoları tarafından tanınması yoluyla Türkiye’ye  baskı yapmaya çalışmışlardır. Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra  bu yöndeki faaliyetler önemli ölçüde artmıştır.  Bugüne  kadar Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay,Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu’nda sözde soykırıma ilişkin haksız bildiri veya kararlar kabul edilmiştir. Ayrıca, ABD, Kanada, Arjantin, Avustralya, İsviçre’deki bazı yerel parlamentolarda bu konuda kararlar geçirilmiştir. Tarihi gerçekleri hiçe sayan, Türk milletine karşı büyük haksızlık ve saygısızlık teşkil eden bu kararları yine tarih mahkum edecektir.
Son olarak, Almanya’da ana muhalefeti oluşturan Hıristiyan Demokrat Partiler Birliği CDU/CSU Federal Parlamento Grubu tarafından 22 Şubat 2005 tarihinde  Ermeni iddialarına ilişkin olarak Federal Parlamento’ya  bir karar tasarısı sunulmuştur. Fransa’da  bu amaçla son zamanlarda üç ayrı tasarı Parlamento’ya sunulmuştur.  Ayrıca, diaspora  ABD  Kongresi’den sözde soykırımın tanınmasını sağlayacak bir karar kabul edilmesini sağlamak amacıyla uzun süredir  yoğun bir kampanya yürütmektedir.  24 Nisan öncesi ABD Kongresi’ne sözde soykırıma ilişkin  bir karar tasarısının sunulması çabaları olduğuna dair duyumlar vardır.  Bazı Ermeni çevrelerinin  bu çabaları bugüne kadar ABD Yönetimlerinin kararlı tutumları sayesinde amacına ulaşamamıştır. Benzer girişimler başka ülkelerde  devam etmektedir. Bütün bu girişimlere karşı her düzeyde aktif bir diplomatik mücadele sergilemekteyiz.
Bu kürsüden bu tür girişimlerin sahiplerine bir kez daha seslenmek istiyorum:  Parlamentolar tarihi olaylar hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek kurumlar değildir. Tarihi ancak tarihçiler değerlendirebilir. Saikleri ne olursa olsun yabancı parlamentolara sunulan ve Ermeni soykırımı iddialarına destek veren tüm tasarılar, bizleri yaralamakta, müttefik olarak gördüğü ve bildiği bazı ülkelerin niyetlerine ilişin Türk kamuoyunda soru işaretlerinin oluşmasına neden olmakta ve Ermenistan ile ilişkilerimizin geleceğine hiç de olumlu bir katkı yapmamaktadır. Sözkonusu parlamenter meslekdaşlarımızı bu tür girişimlerden  vazgeçmeye davet ediyorum. Yaptıklarının hiçbir faydası yoktur.
Aşırı Ermeni çevrelerinin diğer önemli bir amacı da sözde soykırımın ülkemiz tarafından tanınmasının AB üyeliğimiz için bir ön koşul haline getirilmesini sağlamaktır. Bildiğiniz üzere, 17 Aralık Zirvesi öncesi Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan, AB üyesi ülkelerin Devlet/Hükümet başkanlarına gönderdiği bir mektupla Türkiye ile müzakerelerin başlatılmamasını istemiştir. AB Devlet ve Hükümet başkanlarının bu mektubu dikkate almamış olmalarını, hatta bazılarının mektuba tepki göstermiş olmalarını memnuniyetle karşıladık.
Peki  nasıl oluyor da  1915 yılında yaşanan olaylar tarihi gerçeklerin tam aksine  bazı  ülke parlamentoları tarafından soykırım olarak nitelendirilebiliyor? Bunun en önemli sebebi çok iyi organize olmuş ve elinde büyük maddi imkanlar bulunan diasporanın  yıllardır yürüttüğü kapsamlı faaliyetlerdir. Diasporanın faaliyetleri  Ermenistan Devleti  tarafından bazen gizli bazen de açıkça desteklenmektedir. Ermenistan Büyükelçilerinin sözde soykırımın çeşitli ülke parlamentoları tarafından tanınmasını sağlamak amacıyla faaliyetler yürüttüğü görülmektedir. Diaspora,  her yıl sözde soykırım konusunda çok sayıda kitabın basılmasını,  Ermeni görüşlerine yakın yazarlar tarafından kaleme alınan makalelerin önemli gazete ve dergilerde yayınlanmasını  sağlamaktadır. Sözde soykırım konusunda çok sayıda konferans, toplantı ve sempozyum düzenlenmektedir. Bunlara Ermeni görüşlerine yakın araştırmacı ve akademisyenlerin katılımı sağlanarak konu sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Diaspora, benzer şekilde,  sözde soykırımı işleyen daha çok belgesel nitelikteki filmlerin çekilmesini sağlamaktadır. Bunların çok sayıda sinema ve televizyon kanalında yayınlanmasını teşvik etmektedir. Son olarak, Ermeni asıllı Kanadalı  Atom Egoyan tarafından çekilen “Ararat” filmi çok sayıda ülkede  gösterilmiştir. Filmin gişe hasılatının yaklaşık 3 milyon dolar, maliyetinin ise 15.5 milyon dolar olduğu öğrenilmiştir.  Diaspora propaganda amacıyla sadece bir film için  bu kadar büyük paralar harcayabilmektedir. Bu rakam sanırım karşı karşıya bulunduğumuz çevrelerin propaganda gücü hakkında hepimize  bir fikir vermektedir.  Her yıl yayınlanan kitaplar, makaleler ve filmler yoluyla  özellikle Batılı ülkelerin kamuoyları etkilenmekte ve  parlamentoların sözde soykırımı tanıması için  ciddi bir baskı unsuru yaratılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Bu noktada, bir özeleştiri yapmayı zorunlu görüyorum. Türkiye maalesef  Ermeni iddiaları konusunda uzun yıllar genellikle savunmada  kalan bir politika izlemiştir. Gerçeklerin dünya kamuoyuna anlatılması için gerekli arşiv çalışmaları zamanında yapılmamıştır. Veya gerekli alt yapı ve tasnif çalışmaları tamamlanamadığı için istenilen düzeyde hizmet verilmemiştir. Bu durum dışarıda Türkiye sanki birşeyleri gizliyor inancının oluşmasına yol açmıştır. İhtiyaç duyulan maddi kaynak sağlanmamıştır. Büyük ölçüde devletin sağladığı küçük bir bütçeyle bu mücadele yürütülmeye çalışılmıştır. Biz okullarımızda ve üniversitelerimizde  gençlerimize  konuya ilişkin tarihi gerçekleri  öğretmezken, Ermeni diasporası  çeşitli ülkelerde ders kitaplarında sözde soykırımına ilişkin  bilgilerin yer almasını ve böylece genç nesillerin beyinlerinde ülkemize karşı önyargıların oluşmasını sağlamakta büyük mesafe kaydetmiştir.
Bütün bunlarla, bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır demek istemiyorum. Bu, asılsız iddialara karşı büyük bir özveriyle mücadele vermiş değerli insanlarımıza ve kurumlarımıza haksızlık yapmak olur. Ama bugün, ihtiyaç duyulan, bu mücadeleyi iyi hazırlanmış, tutarlı ve aktif yeni  bir stratejiye oturtmaktır.
Değerli milletvekilleri,
Bütün bu nedenlerle, bugün yapmakta olduğumuz bu genel görüşmeyi çok önemli görüyorum. TBMM dahil bütün ilgili kurum ve kuruluşlarımız konuya gereken duyarlılığı göstermeye başlamışlardır.   Ermeni iddiaları sadece Hükümet tarafından yürütülecek bir mücadeleyle başarılı olunacak bir konu değildir. Ancak, toplumumuzun bütün kesimlerinin ve bireylerinin ortak çabalarıyla bu alanda başarılı olabiliriz.  Sayın Başbakanımız ile Sayın Ana Muhalefet Partisi Başkanı arasında  8 Mart 2005 tarihinde yapılan ortak açıklama  Ermeni iddiaları ile mücadele azmimizi göstermek bakımından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye bütün dünyaya iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir mücadeleye başlayacağını göstermiştir. Sayın Başbakan ve Sayın Ana Muhalefet Partisi Lideri,  Türk ve Ermeni tarihçileri ve diğer uzmanlardan bir grup oluşturarak ülkemizin arşivleri dahil tüm ilgili arşivlerde 1915 dönemini araştırmaları ve gerçekleri aydınlığa kavuşturmaları yolunda tarihi bir çağrı yapmıştır.
Bu konuda Türkiye’nin ciddiyet ve samimiyetini göstermek bakımından daha da ileri  bir teşebbüste bulunulduğunu açıklamak isterim. Bu konudaki teklifimizi, Sayın Başbakan, resmen bir mektup aracılığı ile Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’a da göndermektedir. Sayın Başbakan mektubunda, Ortak Komisyon kurulması önerimizi iletirken bu önerimiz kabul gördüğü takdirde, böyle bir Komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerini Ermenistan ile görüşmeye hazır olduğumuzu, bu yönde bir girişimin iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir adım oluşturacağını da bildirmiştir. Buradan, özellikle  parlamentoları sözde soykırımı tanıdığına dair kararlar alan ülkelere Ermenistan’ı bu çağrıya olumlu cevap vermesi için teşvik etmelerini beklediğimizi vurgulamak istiyorum. Bunun sözkonusu ülkeler bakımından yerine getirmeleri gereken bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri,

Bu noktada  Ermenistan’la ilişkilerimize kısaca  değinmek istiyorum. Özellikle Batılı ülkeler Ermenistan’la diplomatik ilişki  kurarak sınırı açmamız için bize telkinde bulunmaktadırlar. Bildiğiniz üzere, Türkiye 16 Aralık 1991 tarihinde, diğer bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri ile birlikte, Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımıştır.   Bağımsızlığın ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan’a insani yardımda bulunmuştur. Türkiye Ermenistan’a önemli bir jest daha yapmıştır: Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecini başlatırken, Karadeniz’e kıyısı olmadığı halde istisnai olarak Ermenistan’ı da bu kuruluşa davet etmiştir. Ermenistan bu şekilde halen merkezi İstanbul’daki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünde temsil edilmektedir. Bununla birlikte, az önce yukarıda bahsettiğim gibi, Ermenistan’ın ve Ermeni diasporasının ısrarla sürdürdüğü gerçekleri çarpıtan politikaları nedeniyle Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması mümkün  olamamıştır. Bunlar, normal komşuluk ilişkileri tesis edilmesini arzulayan bir devlet için normal davranışlar mıdır? Hangi devletten sınırlarını resmen tanıdığını ortaya koymayan bir devletle ilişkilerini normalleştirmesi beklenebilir. Ayrıca, Ermenistan BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymayarak,  kardeş Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımamaya ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal altında tutmaya devam etmektedir.  Yüzbinlerce  Azeri mülteci hala kamplarda sefalet içinde yaşamaktadır.
Türkiye bu ihtilafın sona ermesi için aktif faaliyette bulunmaktadır. Azeri ve Ermeni meslektaşlarımla bu çerçevede son iki yılda çok kere görüşmeler yaptık. Bu çabalarımız sürecektir.
Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesini istemektedir, ancak bu ülkenin uluslararası hukukun temel ilkelerine ve BM Güvenlik Konseyi Kararları’na aykırı tutumu ile iyi komşuluk ilişkilerine uygun davranmaması Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmasına imkan vermemektedir.
Bütün bunlara rağmen, Türkiye ile Ermenistan arasında charter uçak seferlerine izin verilmiştir. Binlerce Ermenistan vatandaşı Türkiye’ye gelmekte ve çalışabilmektedirler.  Sivil toplum düzeyinde temaslar mevcuttur.
Ermenistan’ın, tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlayacak çağrımıza olumlu yanıt vermesi şüphesiz iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecine de müspet katkı sağlayacaktır.  Buradan bir kere daha Ermenistan’a bu çağrımızı yineliyorum.
Değerli milletvekilleri,
Karşımıza çeşitli nedenlerle Ermeni iddiaları getirenlerin ileri sürdükleri bir husus, Türkiye’yi tarihi ile barıştırmak iddialarıdır. Türkiye tarihi ile barışıktır. Türkiye’nin tarihi ile ilgili bir sorunu yoktur. Kimsenin bundan bir şüphesi olmasın. Doğrudur, belki tarihimizin bazı sayfalarını özellikle silik bırakmışızdır. Mesela Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılında Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızın yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan kitleler halinde göçe zorlanmaları, Balkanlarda yaşadıkları katliam ve diğer trajediler, Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına sürülenlerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında hayatını kaybeden yüzbinlerce Türk ve diğer Müslümanların oranı dünyaya yeterince haykırılmamıştır. İstiklal Harbimiz sırasında işgal altındaki şehirlerimizde halkımızın maruz kaldığı katliam ve zulmün ayrıntıları üzerinde fazla durulmamıştır. Çok kültürlü, çok etnili, çok dinli Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında, İmparatorluğunun çöküşünü ve parçalanmasını hızlandırmak amacıyla zamanın güçlü ülkeleri tarafından gönderilen misyonerlerin Müslüman olmayan halkı nasıl böldükleri, halklar kendi içlerinde bölündükten sonra her bölünen kesimin  her ülkenin değişik siyasi çıkarlarını gerçekleştirmek için nasıl alet olarak kullanıldıkları da bizim tarihimizde üzerinde yeterince durulmayan hususlardır. Bu, bir zaafın sonucu değildir. Bu, asil bir amaç için, Cumhuriyetimizin kurulmasıyla Lozan Barış Antlaşmasıyla gerek bizim kendi tarihimizde gerek Türkiye ile ilgili uluslararası ilişkiler tarihinde yeni bir sayfa açıldığını kabul ederek,  yeni nesillerin de geçmişin acılarıyla değil aydınlık, barış dolu dostluğun hüküm süreceği bir istikbalin umuduyla yetişmeleri için yapılmıştır. Yoksa bu acılara ait tüm bilgiler belleklerde ve belgelerde yer almaktadır. Tekrar ediyorum, biz tarihimizin her sayfasıyla barışığız.
Bir hususun üzerinde dikkatle durulması gerektiğini düşünmekteyiz. Burada konuştuğumuz konuların merkezinde, hangi nedenle olursa olsun, insanlar, çektikleri acılar, can kayıpları bulunmaktadır.  Biz o dönemde bu topraklarda yaşayan müslüman veya gayrı-müslim,Türk veya diğer unsurlardan insanlarca  yaşanan ve hepimize üzüntü vermiş olan karşılıklı acıların, vakur bir şekilde anılmasını saygıyla karşılarız. Ancak acıların dolaylı, ilgisi dahi olmayan kişi ve gruplarca siyasi amaçlarla sömürülmesini asla kabul edemeyiz.  Bu acıları yalan ve iftiralara alet ederek intikam duygularının yeşertilmesini, insanımız ve ülkemiz aleyhine önyargı ve nefret duygularının yaratılmasını da asla kabul etmeyiz.   
Değerli milletvekilleri,

Türkiye Ermeni iddiaları konusunda inisiyatif alan, tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması için her türlü gayreti gösteren bir politika izleyecektir. Türkiye her zaman tarihi ile yüzleşmeye hazırdır ve tarihimizde utanılacak hiçbir dönem olmamıştır. Bu mücadelede sonuna kadar gitmeye kararlıyız. 1915 olaylarına nasıl, hangi şartlar altında gelinmiştir, 1915’te ne olmuştur, tehcir uygulamasının sonuçları nasıl tecelli etmiştir? Tüm bu hususlar uzman tarihçiler tarafından daha derinlemesine incelenecektir. Çalışmalarımız, kurumlarımız arasında en geniş ve etkin bir işbirliği ve eşgüdüm içinde yürütülecektir. Bunun altyapısı oluşturulmaktadır. Halkımız gerçekler hakkında bilgilendirilecek ve bilinçlendirilecektir. İçte yürütülecek çalışmalara paralel olarak dışarda da gerçeklerin tanıtılması, haksızlıklarla mücadele edilmesi için aktif bir çaba içinde olacağız. Bu süreçte Türkiye kadar, belki de çok daha fazla, başka ülkeler tarihleriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar ve o dönemdeki bazı politikalarını bugünkü nesillere anlatmakta zorlanacaklardır. Bu süreç topyekün bir mücadeleyi gerektirecektir. Bu mücadeleyi, Yüce Meclis olarak, Hükümet olarak, bürokrat, akademisyen, bilim adamı, basın-yayın kuruluşları, işadamları olarak milletçe yapacağız. Türk milleti birlik ve bütünlük içinde bu mücadeleden de başarıyla çıkacaktır. Bu konuda inancım tamdır.
Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Alıntı adresi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder